KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih...

119
1

Transcript of KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih...

Page 1: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

1

Page 2: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

2

GÖNÜLDEN ESİNTİLER:

KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK

(96-41) FUSSİLET-SÛRESİ

NECDET ARDIÇ

İRFAN SOFRASI NECDET ARDIÇ

TASAVVUF SERİSİ (96)

Page 3: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

3

İçindekiler:…………………………………Sahife no:

İçindekiler……………………………………………………………………..(1) Ön söz……………………………………………………………………………(3) Fussılet Sûresi. Giriş……………………………………………………..(5) Diba” renkli dokuma……………………………………………………..(7) Doğuşlar………………………………………………………………………..(8) Men kânellahu, kânellahu lehu…………………………………..(12) Sûre-i Fussilet, (41/1) - Hâ, Mim………………………………………………………..(14) Risâlet tecellileri………………………………………………………….(14) (13 ve Hakikat-i, İlâhiye) Sekizinci bölüm. MUHAMMED (a.s.) ve (13) ün bağlantıları:……………….(16) (41/2) - (Tenzilün……………………………………………………….(24) (41/3) – (Kitâbun fussılet…………………………………………..(25) (41/4) – (Beşîran ve nezîrâ……………………………………….(28) (41/5) – (Ve Kâlû kulûbunâ……………………………………….(29) (41/6) – (Kul innemâ………………………………………………….(30) (41/7) – (Ellezîne……………………………………………………….(31) (41/8) – (İnnellezîne………………………………………………….(32) (41/9) – (Kul einnekum……………………………………………..(33) (41/10) – (Ve ceale…………………………………………………….(33) (41/11) – (Summestevâ…………………………………………….(34) (41/12) – (Fekadâhunne…………………………………………….(35) (41/13) – (Fein ağradû……………………………………………….(36) (41/14) – (İz câethumur…………………………………………….(37) (41/15) – (Feemmâ âdun…………………………………………..(38) (41/16) – (Feerselnâ………………………………………………….(41) (41/17) – (Ve emmâ semûdu…………………………………….(44) (41/18) – (Ve necceynellezîne…………………………………..(45) (41/19) – (Ve yevme yuhşeru……………………………………(46) (41/20) – (Hattâ izâ mâ câûhâ………………………………….(47) (41/21) – (Ve kâlû liculûdihim…………………………………..(49) (41/22) – (Ve mâ kuntum………………………………………….(50) (41/23) – (Ve zâlikum………………………………………………..(53) (41/24) – (Fein yasbirû………………………………………………(53) (41/25) – Ve kayyadnâ………………………………………………(55)

1

Page 4: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

4

(41/26) – (Ve kâlellezîne……………………………………………(57) (41/27) – (Felenuzîkannellezîne………………………………..(58) (41/28) – (Zâlike cezâu……………………………………………..(60) (41/29) – (Ve kâlellezîne……………………………………………(63) (41/30) – (İnnellezîne………………………………………………..(64) (41/31) – (Nahnu evliyâukum……………………………………(65) (41/32) – (Nuzulen min ğafûrir rahîm……………………….(66) (41/33) – (Ve men ahsenu kavlen…………………………….(66) (41/34) – (Ve lâ testevil hasenetu…………………………….(68) (41/35) – (Ve mâ yulekkâhâ……………………………………..(72) (41/36) – (Ve immâ……………………………………………………(74) (41/37) – (Ve min âyâtihil leylu…………………………………(75) (41/38) – (Feinistekberû……………………………………………(78) (41/39) – (Ve min âyâtihî………………………………………….(79) (41/40) – (İnnellezîne yulhıdûne……………………………….(81) (41/41) – (İnnellezîne keferû…………………………………….(82) (41/42) – (Lâ ye'tîhil bâtılu………………………………………..(83) (41/43) – (Mâ yukâlu leke………………………………………….(84) (41/44) – (Ve lev cealnâhu………………………………………..(85) (41/45) – (Ve lekad âteynâ……………………………………….(87) (41/46) – (Men amile sâlihan…………………………………….(88) (41/47) – (İleyhi yuraddu………………………………………….(89) (41/48) – (Ve dalle anhum………………………………………..(96) (41/49) – (Lâ yes'emul insânu…………………………………..(97) (41/50) – (Ve lein ezaknâhu………………………………………(97) (41/51) – (Ve izâ en'amnâ…………………………………………(98) (41/52) – (Kul eraeytum………………………………………….(101) (41/53) – (Senurîhim âyâtinâ………………………………….(102) İrfan mektebi-ikinci kısım; sekizinci bölüm: “ tevhid-i ef’âl”……………………………………………………….(104) (41/54) – (Elâ innehum…………………………………………..(108) (15/85) (Vemâ haleknassemâvâti…………………………..(109) Terzi Baba kitapları sıra listesi…………………………………(111)

2

Page 5: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

5

ÖN SÖZ

Muhterem okuyucularım; her ne vesile ile elinize geç-miş olan bu kitabımızdan, İnşeallah Cenâb-ı Hakk’ın idrak vermesi ile en geniş şekilde faydalanmanızı temen-ni ederim. Epey zamandır, “Fussilet sûresi” hakkında sohbet yapmayı ve yazmayı düşünüyor idim, demek zamanı gelmişki, dokuzuncu Umremizin içinde (10/07/2010) umremizde, yazma yönüyle ele almaya ancak vakit bulabildim.

31 kişi olan, tersi 13 tür, kafilemizin 10 günlük ve 15 günlük süreli olanları geriye döndükten sonra, benim 13 günlük daha vaktim olduğundan, ibadetlerimden geri kalan zamanlarda bu kitabıma devam ederek, bu sûre-i şerif hakkında gönlüme gelenleri yazmaya başladım.

FUSSİLET SÛRESİ. Giriş, bölümünü yazabildim. Daha sonra (2013) Umresinde yazmaya devam etmek için notlarımı gene yanıma aldım, birkaç âyet-i kerîmeden başkasını gene yazmaya vakit bulamadım. Nihayet (2015) Umresine giderken başladığım yazı ve notlarımı, belki devam edebilirim diye gene yanıma almıştım.

……………………Bu arada Umrede devam etmeyi tasarladığım”Fussilet” suresinin de vakit buldukça yazılarıma devam etmeye çalışıyorum. (2015 Umre dosyası sayfa 222 )………………………….

Bilindiği gibi (41-Fussilet) sûre-i şerifi, “Hâ-Mîm” “hurufu mukata’a” ile başlayan sûrelerin ikincisidir, huru-fu mukatta’a ların içinde, başka yedi adet aynı olanı yoktur, bu husus gerçekten çok dikkat çekicidir. (2015) Umre vakti süresince ancak (22) âyete kadar gelebildim, Umreden döndükten sonra da devamını tamamlayarak nihayet bitirme imkânım oldu, son kontrollarını da yapıp kitap haline getirmiş oldum. Bu hususta zaman ve imkân verdiği için, Rabb-imize şükrederiz.

3

Page 6: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

6

Bu vesile ile evvelâ bütün okuyucularıma bir ömür boyu sağlık, sıhhat ve gönül muhabbetleri ve gerçek mânâ da tasavvufî idrakler niyaz ederim. Bu dünya da en büyük kazanç burasını, bu âlemi şehâdet-i, gerçekten müşahede ederek yaşayıp geçirmek ve kendini tanımayı bilmek olacaktır. Kûr’ân-ı Kerîm’de (yolculuk) adlı sohbetlerimizin ve kitaplarımızın bu hususta faydalı olabileceğini düşünüyorum, Bunlardan biride konumuz olan “Fussilet” Sûresidir. Nihâyet o da özet olarak neticelenmiş durumdadır, böylece faydalanılır ümidi ile istifadelerinize sunulmaktadır. İçinde bir hayli mevzular olan bu Sûre-i şerifin zâhir bâtın nûrundan bu dünyada iken yararlanmaya gayret edelim. Cenâb-ı Hakk’tan bu hususta her kez için başarılar niyaz ederim.

Sevgili okuyucum, bu kitabın yazılışında, düzenle-nişinde, basılışında, bastırılışında, tüm oluşumunda emeği ve hizmeti geçenleri saygı ile yadet, geçmişlerine de hayır dua et, ALLAH (c.c.) gönlünde feyz kapıları açsın. Yarabbi; bu kitaptan meydana gelecek manevi hasılayı, evvelâ acizane, efendimiz Muhammed Mustafa, (s.a.v.) in ve Ehl-i Beyt Hazaratı’nın rûhlarına, Nusret Babamın ve Rahmiye annemin de ruhlarına, ceddinin geçmişlerinin de ruhlarına hediye eyledim kabul eyle, haberdar eyle, ya Rabbi.

Muhterem okuyucularım; yine bu kitabı da okumaya başlarken, nefs’in hevasından, zan ve hayelden, gafletten soyunmaya çalışarak, saf bir gönül ve Besmele ile okumaya başlamanızı tavsiye edeceğim; çünkü kafamız ve gönlümüz, vehim ve hayalin tesiri altında iken gerçek mânâ da bu ve benzeri kitaplardan yararlanmamız mümkün olamayacaktır. Gayret bizden muvaffakiyyet Hakk’tandır.

Terzi Baba Tekirdağ

4

Page 7: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

7

ا ا ا

Bismillâhirrahmânirrahîm.

( سو فصلترة )

FUSSILET SÛRESİ. Giriş

Âyetleri: (54)

Kelimeleri: (700)

Harfleri: (3,350)

م ن د ر ذ ب ص ط ظ ضFasılası: “Mim-nun-dal-rı-ze-be-sad-tı-zı-dat’tır.

Elmalılı, Hamdi yazır’ın H.D.K.D. Tefsirinden (C.6.414) üncü sayfasından alınmıştır.

-------------------

41-FUSSILET : Adını, 3. âyette geçen "Fussılet" kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir. (5) Hazret mertebeleri, (4) ise, “şeriat, tarikat, hakikat, ma’rifet” diğer yönden “ef’âl, Esmâ, sıfat, zat” mertebeleri’dir.

“Fussılet” (fe-80) (sad-90) (sad-90) (lâm-30)

(te-400) t0plarsak, (80+90+90+30+400=670) (6+7=13) “Hakikat-i Ahadiyyet-ül Ahmediyye” dir. Diğer

5

Page 8: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

8

taraftan (67) Allah isminin de şifre sayısıdır.

Âyetleri: (54) (5+4=9) Mûseviyyet mertebesidir, oranın hakikatleri de içinde mevcuttur.

Kelimeleri: (700) Yedi nefis mertebelerinin tafsilidir.

Harfleri: (3,350) (3+3+5=11) (3,350) (35) in tersi olan (3,53,0) (53) ise bilindiği gibi bizimle de ilgilidir. Tek, tek toplarsak, (3+3+5=11) eder ki Hazret-i Muhammed’dir.

(33,50) (33) Mescid-i Nebevî’nin ilk yapılan direk sayısı dır. Bu hakikatlerin oradan bütün âlemlere neşrolduğu/yayıldığının hikâyesidir. (5) ise gene hazret mertebeleri’dir.

Fasılâ’lar, (Mim-40) (nun-50) (dal-4) (r1-200) (ze-7) (be-2) (sad-90) (tı-9) (zı-900) (dat-800) Toplarsak, (40+50+4+200+7+2+90+9+900+800=2102) olmakta.

(2+1+2=5) (5) hazret mertebelerini, Ayrıca (21+2=23) (23) ise risâlet süresini belirtmektedir. Bu sûre ve diğerleri Hakikat-i muhammediyye’nin (7) mertebeden hakikatlerini bildirmektedir. Arkalarından devam eden, (47) Muhammed= Sûresi ile sekiz sûre olmaktalar ve bütün bu mertebeleri tamamlamaktadırlar.

(38) Âyettir. Sıra numarası (47) toplarsak, (4+7=11) (3+8=11) görüldüğü gibi ikisi de gene Hazreti Muhammed sayısını vermektedir. Ayrıca iki sayıyı bütün olarak toplarsak, (47+38=85) olur tekrar toplarsak (8+5=13) olurki “Hakikat-i Ahadiyyet-ül Ahmediyye” dir. Bunlardan daha birçok sayılar elde edilir ancak bu kadarla yetinelim, zâten yeteri kadar bağlantıları görülmüş durumda’dır.

-------------------

İbn-i Abbastan nakledildiğine göre, her şeyin bir özü vardır, Kur’ân-ın özü de, Hâ-Mim’ ler’dir.

6

Page 9: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

9

İbn-i Mes’ut’tan şunu nakletmişlerdir.

Hâ-Mim’ler Kur’ân-ın “diba”sı dır.

“Diba” renkli dokuma, motiflerle süslü, bir çeşit ipek kumaş.

Deylemi, Enesten. Hâ-Mim’ ler, Cennet bahçelerinden birer bahçedir, olduğu nakledilmiştir.

Enes ibn-i Mâlik’ten, dedi ki: Rasûlü Ekrem (s.a.v.) hazretlerini işittim. Allah Teâlâ bana, (seb-i tıval) “yedi uzun sûre” yi Tevrat yerine verdi.

“Elif, Lâm, Ra,” dan “Tâ-Sîn” lere kadar, İncil yerine verdi.

“Tâ-Sîn” lerle, “Hâ-Mim” ler arasını. Zebur yerine verdi.

Hâ-mim-ler ve Mufassallarla da beni tafdil buyurdu. Bunları benden evvel hiçbir peygamber okumadı.

Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdu ki, “Hâ-Mim” ler yedi’dir. Cehennemin kapılarıda yedi dir. Hâ-mim-ler’den her biri gelir o kapılardan birine dururda; Allah’ım bana imân edipte, beni okuyanı bu kapılardan sokma der.

-------------------

Sevgili kardeşim, bu sûreler de bahsedilen Hakikat-i Muhammed-î, sırlarını ve hakikatlerini daha iyi anlayıp yaşayabilmek için, aşağıda bahsedilecek olan, beş mer-tebenin doğum hakikatlerini, bilmekte yarar olacağı açıktır. Çünkü bu hakikatleri (derk) idrak etmek isteyen kimsenin, evvelâ ma’nen diri olması lâzımdır, çünkü bu bahsedilen mevzular, diridir ve diri olanlar bu hallerden anlarlar, diri olmak içinde, bu dünya ya rahmânın rahmin den, bir dirinin nezaretinde, gönül âleminden, doğup diri olarak yaşayarak, diri olarak bunları ve benzer mevzuları anlayıp, idrak etmek mümkün olacaktır. Diğer anlatımlar ise, ölüden ölüye olan aktarım olacaktır ki, hayal ve

7

Page 10: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

10

zandan başka bir şey olmayacaktır.

Doğuşlar.

(1) Âdemiyyet, (a.s.) in doğuşu. Gönül âleminden Hakk’ın varlığından, bâtınen Anasız babasız doğuşu. Hayal ve vehim cennetinden, beden arzı toprağına Esmâ-i İlâhiye, Âdem, Havva, melek, iblis, ma’nâları ile birlikte, birbirlerine düşman olarak, “ihbitu” (2/38) “ininiz” emri ile inilmesi. Ve idrakli yaşam haline geçilme-sidir. Bu ma’nâlar’dan her hangi birisi bu beden mülkünü ele geçirir de, oraya hâkim olursa o beden mülkünde onun hükmü geçer, ve kişi beşer görüntüsünde o varlık mertebesinin taşıyıcısı/hammalı olur, kullanıldığının ve yolundan alıkonulduğunun farkında bile olmaz.

Kişinin zâhiren, fizik Anasından Babasından doğuşu. Fiziki şeriat doğuşudur.

(2) İbrâhîmiyyet, (a.s.) in doğuşu. Esmâ-i İlâhiye-nin, zuhura çıkmaya başladığı ancak Putperest baba, nefsin yanında yetişmesi. Padişah Nemrut’un civarında olması. Netice de bulunduğu mahalli terk ederek, kendini vücut mülkünde başka bir esmâ sahasına gidip orada yerleşmesi. Bâtıni şeriat doğuşudur.

(3) Mûseviyyet, (a.s.) in doğuşu. Anne Baba imânlı, çevrede hüküm süren nefis Padişah-ı Fir’avn’ dur. Sepete konarak, deryaya, ilim deryasına atılması. O gönül evlâdına bir muhabbet aktarılarak, nefis Padişah-ı Fir’avn’ın kucağında büyütülmesi, Tarikat mertebesi Tenzîh anlayışı doğuşudur. İşte bu mertebede münec-cimlik faaliyettedir. Çok dikkat edilmesi gerekmektedir, Bu mertebeden “asâ ve kudret eli, yed-i Beyza) ile geçilir.

(4) İseviyyet (a.s.) nın doğuşu. Babası yok, yerinde Ruh’ul kuds. Kuds-i bir kelâm ve ruh vardır. Annesi Mer-yem. Mim-i Muhammedîden Hakikat mertebesinin, doğu-şudur.

8

Page 11: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

11

(5) Muhammediyyet, (s.a.v.) Efendimizin doğuşu. Anneli Babalı, fakat dünyaya gelmeden babası Abdullah rahmetlik olmuştur. Annesi de küçük yaşta rahmetlik olmuştur. Böylece Allah-ın rahmetiyle rahmetlenmiş olmaktadır. Ma’rifet mertebesi doğuşudur. Böylece bütün bu mertebeleri bünyesinde toplamıştır.

-------------------

Ayrıca zâhiren, “dört” asli doğuş hali vardır, bunlar.

(1) Âdem (a.s.) doğuşu. Fiziken Anasız Babasızdır. Hakkın zâtından mahlûk hükmü ile (Rahman sûreti üzere) doğmaktır.

(2) Havva validemizin doğuşu, Babalı, Anasız. Baba mertebesi, Hakkın zâtından mahlûk hükmü ile (Rahman sûreti üzere) doğan Âdemden gene lâtif mahlûk sûreti ile kendine benzeyen, Havva ismiyle doğmasıdır. Bu metre-bede kişinin akl-ı kül mertebesi, nefs-i küllün idrakini anlamaya başlamasıdır.

(3) İsâ (a.s.) nın doğuşu. Analı Babasızdır. Bu mertebede kişinin nefsi, nefsi küllü, akl-ı küllü de nefes-i Rahmâni olan gerçek irfan ehlidir. Nefes-i rahmâni ile nefsinden gönül evlâdı İsâ’sının idrakini faaliyete geçirir.

(4) Bizler ise, hem Analı Hem Babalı, olarak dünyaya gelmekteyiz. Bu yüzden de tamamen normalleşmiş bu iki muhteşem İlâh-i “mucize/olay” doğum ve ölüm, sıradan, fiili âdiye’den bir hale dönüşmüştür.

Efendim falan kişi öldü denir, arkasından âdetler yapılır, kısa bir süre sonrada unutulup gidilir, Halbuki aslında ebedi hayat, artı veya eksi olarak, o zaman başlamakta dır. Çünkü ölüm yok olmak değil, bir tadış, yeni bir başlandıçtır, tadış ise hayatın ta kendisidir.

Bunların ölümleri ise zâhiren aynı şekilde olmaktadır. Bu halden Sadece Efendimiz Muhammed (s.a.v.) müstesnâ’dır. Çünkü o Ruh-u A’zamın, tesir ve tecellisi

9

Page 12: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

12

hükmünün âlemler düzeyinde, temsilcisi ve ferdiyet-i İlâhiye üzere, tatbik mahallidir.

Ve bütün bu hakikatler, onda bulunan, Hakikat-i Muhammde-i ilminde, ve yaşantısında mevcuttur, işte bütün bu çalışmalar, ve seyr-u sülûk yaşantıları yukarıda bahsedilen, doğuşlardan sonra, ulaşılacak makamı Muhammediyyettir. Yolu buralardan geçmektedir.

İşte bu yüzden Ümmeti Muhammed anadır. Bütün kavimlerin Anasıdırlar. Yeter ki, bu hakikatleri alıp gereğini yerine getirsinler. Rabbımıza şükredelim ki bizlerde onun ümmeti olmuş, bu hakikatlere mahal olarak halkedilmişiz. Bu lütufların şükründen aciziz.

(Heze min fazlı rabb-i)

-------------------

Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de (7) adet “Hâ-Mîm” ile başlayan sûreler vardır, onlarda şunlardır. Faydalı olur düşüncesi ile.

Fussilet sûresine geçmeden onlarıda kaydedelim.

(40) Mü’min= “Hâ-Mîm” Tenzilül kitabi minellahil azîzil alîm.

“Hâ-Mîm” Kitabın indirilmesi güçlü ve bilgin olan Allah katından’dır.

(41) Fussilet= “Hâ-Mîm” Tenzilün minerrahmânir-rahîmi.

“Hâ-Mîm” Bu kitap merhamet eden merhametli olan Allah katından indirilmedir.

(42) “Hâ-Mîm” “Ayn-Sin-Kaf” kezâlike yûhî ileyke ve ilellezine min kablikellahul azîzül hakîm.

“Hâ-Mîm” “Ayn-Sin-Kaf” Ey Muhammed! Güçlü olan Hakîm olan Allah sana da senden öncekilere de böylece vahyeder,

10

Page 13: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

13

(43) Zuhruf=“Hâ-Mîm” Velkitabül mübîn.

“Hâ-Mîm” Açık kitaba andolsun ki,

(44) Duhân= “Hâ-Mîm” Velkitabül mübîn.

“Hâ-Mîm” Açık kitaba andolsun ki,

(45) Câsiye= “Hâ-Mîm” Tenzilül kitabi minellahil azîzil hakîm.

“Hâ-Mîm” Kitabın indirilmesi güçlü ve Hakîm olan Allah katından’dır.

(46) Ahkâf= “Hâ-Mîm” Tenzilül kitabi minellahil azîzil hakîm.

“Hâ-Mîm” Kitabın indirilmesi güçlü ve Hakîm olan Allah katından’dır.

-------------------

Bunların arkasından da.

(47) Muhammed= Sûresi gelmektedir.

“Ellezîne keferu ve saddu an sebilillâhi edalle a’malu-hum.

“Allah inkâr edenlerin ve kendi yolundan alıkoyanların amellerini boşa çıkarır.

-------------------

İlgisi olması bakımından bu sûrelerin, yukarıda sadece meal olarak ilk âyetlerini kayda aldım, eğer vakti-miz olursa daha sonraları onlarında sohbetlerini yapıp kayda almaya çalışırız inşeallah.

Bu ön bilgileri verdikten sonra şimdi yolumuza devam edebiliriz. Sûre-i şerifteki yolculuğumuzda, yolumuz ma’nâ âlemine doğru açık olsun, ve Hakikat-i Muham-med-î’nin bu sahasında hep birlikte, idrakli ve güzel bir yolculuk yapalım.

11

Page 14: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

14

-------------------

Bismillâhirrahmânirrahîm.

Muhterem kardeşlerim, sûre-i şerifin hakikat ve ma’rifet, mahalline girerken, şu muhteşem ifadeye bir göz atalım, ve beşeriyetimizle değil de, hakikatimizle anlamaya çalışalım.

-------------------

“Men kânellahu, kânellahu lehu.” Hadîs-i kudsi,

“Kim ki, Allah için olursa, Allah’da onun için olur.

-------------------

“Rabb-i tahayyür fi zâtike.” Hadîs-i kudsi,

“Ya Rabb-i zâtındaki hayretimi arttır.”

-------------------

Bizde hep birlikte diyelim ki; “Ya Rabbi, bedenlerimizi

Şehâdet âleminin hakikatiyle donat.

Nurumuzu, esmâ melekût, âleminin nuruyla donat.

Ruhumuzu, ervah âleminin ruhuyla donat.

Aklımızı Ulûhiyyet hakikatinin ilmiyle donat.

Zâtımızı Zâtının hakikatiyle donat.

-------------------

İşte yukarıda bahsedilen, Hadîs-i kudsi, bütün bu makamların hakikatlerini, kapsamına almaktadır.

“Men” “kim” kimlik, demektir ki, “Hilâfet-i. İmâmet-i, Risâlet-i, ve (hakikat-i İlâhiyye üzere mahlûk olan. F.H.) sadece insan için kullanılır.

Kendini bilen okuduğunu anlamayı ve anlatmayı, talim edilmiş, eşrefi mahlûkat, ve Ahsen-i takvim, üzere halkedilmiş olan, muhtar ve irade sahibi, insan için kul-

12

Page 15: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

15

lanılır. Bütün bu İlâh-i sıfatlarla vasıflanmış olan insan,

Allah’ın en yüce zuhur mahallidir. İşte bu yüzden “Men kânellahu,” dur, “Kim ki, Allah için olursa, yani Allah’ın bütün mertebelerden zuhur mahalli olursa, o da “kânellahu lehu,” dur, Allah’da onun için olur. İşte o kimlikte kendi beşeri kimliğinden bir şey kalmadığından sadece Allah-ın, “men” iyyet-i/kimliği olmuş olur. Ve o mahallin ismi, “İsmullah” olur. Bu acayip bir iştir. Ancak Bu bir idrak ve yaşam hadisesidir, kişinin dışında bir değişiklik olmaz, ve bundan istifade etmeye kalkmaz. Ve kendinde bu hale karşı bir hayret ve dehşet oluşur, hazmı epey güçtür ancak çok yüce ve idrakli bir yaşam-dır ancak tadan bilir.

Yukarıda bahsedilen kimselerin hayret halidir ve onu arzu ederler her hayret bir mertebe idrakidir. Ve bu hayret “hayret-i zâtiyye” dir. Yani “Zât-î hayrettir.”

Tekrar edelim, “Ya Rabb-i zâtındaki hayretimi arttır.”

Bu hayret, “hayretullah/haşyetullah” tır. İşte 1. “Hâ, Mim”. De bu hayretlerden bir hayrettir.

Bu ön giriş ile yolumuza hayretle yavaş yavaş devam etmeye çalışalım, ve bu sahanın derinliklerinde yol almaya, (Kur’ân-ı Kerîmde ki bu mertbenin yolculuğuna çıkmaya çalışalım. Hedefimiz, Mi’râc/Ulûhiyet, İlmimiz Hakikat-i Muhammedi, deryamız ilmi İlâh-i gemimiz sefine-i Muhammed-i olan beden teknemizdir. Hepimizin yolculuğu mübarek ve mebrur, kabul edilmiş ve hedefe varılmış olsun. Rabbımızdan yardım ve gayret niyaz ederiz.

-------------------

13

Page 16: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

16

ا ا ا

Euzü billâhi mineşşeytanirracîm

Bismillâhirrahmânirrahîm.

( سو فصلترة )Sûre-i Fussilet. ﴿١﴾

(41/1.) Hâ, Mim. -------------------

Hakikat-i itibari ile Hakk, zuhuru itibari ile halk olan Muhammed. Hâ, Mim. Hakikat-i Muhammed-i. “Hakk olan Muhammed.”

-------------------

(30/07/2010) Risâlet tecellileri:

Yedi “Hâ-Mim” de “Hâ” ile seni Hakk’ın hakikatiyle tenzîh eder, mim’i Muhamme-î ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

“Ahad” ile tenzîh eder, “Ahmed” ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

“Mâkâne Muhammedin” ile tenzîh eder, “velâkin rasûlüllah ve hatemenniy” ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

“Vemâ erselnâke” ile tenzîh eder, “illâ rahmeten lil âlemîn” ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

14

Page 17: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

17

“Vemâ erselnâke” ile tenzîh eder, illâ şâhiden, mübeşşiran, ve nezira,” ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

“İllâ yuha” ile tenzîh eder, “ene misliküm beşer” ile teşbîh ederim. Her ikisi ile de tevhîd, ederim.

(Ahzab/33/56)

“innallahe ve melâiketehü yusallune alenne-biyyi ya eyyühelleziyne amenu sallu aleyhi ve selli-mu tesliymen”

‘‘Gerçekten Allah ve melekleri Peygamber üzerine Salat ederler, Ey iman edenler! Sizde ona salat edin ve gönülden teslim olun”

Bu Âyet-i Kerîme’nin bâtın ve iş’ari mânâlarının tefek-kürünün yeri burası olmadığı için, sadece zâhirini aktarmakla yetinelim, arzu edenler kendileri araştıra-bilirler. Ancak, aşağıdaki bölümde kısmen bu hususta bilgi bulabilirsiniz. Ancak şukadarki, “Yusallu, sahibinin zâtıyla zuhur ettiği mahaldir” diyelim!

-------------------

Ûmrede ki, tecellileri şöyle sıralayabiliriz. (2010)

(Tecellii İlâh-î, Tecellii haşyed, tecellii berk’î, tecellii sûr’ î.)

Başka bir risâlet tecellisi: Hamd’ın hakikati, Mu’hammed’ tir.

-------------------

Bu hakikatin daha iyi anlaşılabilmesi için. (13 ve Hakikat-i İlâhiye) isimli kitabımızdan ilgisi dolayısı ile aşağıdaki bölümden bir kısım alarak yolumuza devam edelim.

-------------------

15

Page 18: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

18

Sekizinci bölüm

MUHAMMED (a.s.) ve (13) ün bağlantıları:

Bismillâhirrahmânirrahîm:

Aslında özetler halinde buraya kadar ifade edilmeye çalışılan hususların hepsi Hz. Muhammed ismi ile bildirilen.

Mefhari mevcudat: Mevcudat’ın iftihar ettiği:

Ekmelüttahiyyat: En kemalli tahiyyatta oturan (Mi’rac:)

Hatem’ül Enbiya: Peygamberlerin sonuncusu:

Nûr’ûl Asfiya: Asfıya-kâmillerin Nûr’u:

Bahrı safa: Safa, denizi-deryası:

Habibi Hüda: Hüda’nın dostu-sevgilisi:

Muhammeden’il Mustafa: Çok övülmüş ve seçilmiş:

Sallâllahu aleyhi vesellem: Efendimiz olan zuhuru ilâhi mertebe’lerinin bağlantıları hakkında ve onun yüceliğin-de’dir

Bu bölümde ise O’na ait, ve O’nun yüce şahsında ortaya çıkan, İlâhi hakikatleri özet olarak incelemeye çalışacağız. Daha evvelki sohbet ve yazılarımızda ve salât kitabımızda (Hamd) ın kevniyyet yani varoluş itibariyle bakıldığında (sekiz) mertebesi olduğunu beyan etmiştik. Burada ise İlâhi mâ’nâ’da olan yönünü anlatma ya çalışacağız.

Bilindiği gibi Hz. Rasûlüllah’ın isimlerinin kaynak kökü

”dır. “Ahmed-Mahmud-Muhammed (HAMD) (حمد)gibi, daha birçok isimleri var ise’de en çok kullanılan isimleri bunlardır, ve en güzel bir şekilde bunlarla ifade edilmektedir.

16

Page 19: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

19

() “ha” ( ) “mim” ( ) “dal” sembol harflerinden

meydana gelen bu muhteşem mânâ’da “ha” Hakikat-i (Ahad-ı “mim” Hakikat-i Muhammediyye’yi “dal” ise bütün bunlara (delil) delil-i İlâhi olduğunu ifade etmek-tedir.

Ahad-Ahmed-Mahmud-Muhammed. Bu kelimelerin ifade ettiği mânâlar sadece yazıda ve zihinde birer şekil ve kelime değil, hakikatleri itibariyle birbirleriyle kaynaş-ma halinde ve her mertebe’de birbirlerine ayna olan, bütün âlemi kaplamış bulunan mânâlar deryasıdır.

Zat-ı Mutlak a’mâ’iyyet’te, kendi âleminde, gizli hazine’de, gaybların gaybında, iken bilinmekliğini istedi ve bu halden ilk tecellisi, zâtından zâtına oldu. Buna da “Ahad” Ahadiyyet, Yani birlik/teklik tecellisi dendi.

Ancak bu “birlik/teklik tecellisi” beşeri mânâ’da anlaşılan sayısal mânâ’da bir birlik/teklik değil, bölünmez bir bütünlüğün birliği/tekliği idi. Sadece ilmî bir şuurlan-ma idi. Ve burada kendi tekliğinde iki özelliği (İnniyyet-i ve Hüvviyyet-i) ile belirdi.

İşte bu ilk kendinden kendine olan belirginliği “Ahad” (1+8+4=13) sayısal mânâsını oluşturdu. Tabii ki aslında, bâtınında olan bu hakikat diğer mertebelerin zuhurundan sonra idrâki mümkün oldu. Nasıl ki, “Ahad” kendi varlığında kendisi ile idi, işte o mertebe’de ma’nâ değer ifadesi (Ahad) sayısal değer ifadesi ise (13) idi.

Daha evvelcede belirttiğimiz gibi nasıl ki, elif (13) olarakta bütün harflerin varlığına işlemiş olarak onlara nüfuz ettiği gibi (Ahad) da bütün varlığın özüne işlemiş onlara nüfuz ederek varlık sebebleri olduğu gibi, (13) sayısal değeride bütün mânevi değerlerin kaynak varlık değeri olmuştur.

Buda Hakikat-i Muhammed-i yoluyla tesirini bütün

17

Page 20: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

20

âlemlere (14) Nûr-u Muhammed-i yönüyle ulaştırmıştır.

Ahad olan O İlâhi zât gönlüne bir () (mim) yer-

leştirdi, zuhur ismine () (Ahmed) dedi ve (Ahad)ı

Ahmed ile gizledi. Ahmed-i “Mahmud” ile Mahmud-u “Hamd” ile Hamd-ı da “Muhammed” ile gizledi ve aynı şekilde bunlarıda yine, “Muhammed” ile açığa çıkardı ve bütün bunları (Mustafa) ile seçti.

Ona baktığında ister Ahad de, ister Ahmed de, ister Mahmud de, ister Hamd de, ister Muhammed de, ister Mustafa de, hangi ismi söylersen söyle eğer biraz irfaniyetin var ise aynı zamanda bunların hepsini de söylemiş ve bu mânâları idrâk ederek yaşamış olursun.

İlâhi olan Zât-ı Ahadiyyet gönlüne O (mim) i yerleştirince yani Ahmed olunca daha evvelce Ahad’da

bulunan ()() (ha) ve (dal) ın arasına giren () (mim) ile bu def’a (elif) i ilâve etmeden okunduğunda

() “hamd” oldu, işte (hamd) ın gerçek İlâhi kay-

nak mertebesi burasıdır.

Ahad “mim” siz okunduğu zaman (Ahad) tır. (mim) li okunduğu zaman, Ahmed’tir, “elif” siz okunduğu zaman da “hamd” tır. İşte görüldüğü gibi, “Ahad-Ahmed” tir.

İşte bu anlayış, öncelik ve idrâkiyle meseleye baktığı-mızda (Hamd) ın, sadece bir kelime ve dilde söylenen tekerleme değil, bütün âlemleri kuşatan ve “Ahad”ı öven müthiş bir yaşam sistemi olduğunu bilmektir. Bundan hiçbir varlığın kendini istisna- ayıramıyacağını ve özünde var olan ve kendinin varoluş sebebi olan (Hamd) ı kendi mertebesinden olabildiğince, daha ev-velce bildirilen (Hamd) ın (8) mertebesinden biriyle

18

Page 21: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

21

mutlak yapması gerekmektedir. Taaki; onda (Hakk) hamde de. İşte bu (Hamd) o’nun varlık sebebidir. Varlık sebebini anmamak ise vefasızlıktır.

Ahad gönlüne koyduğu ve kucakladığı () (mim) i ne

(Habib) dediki, sayılarını tek tek toplarsak (8+2+1+2= 13) tür. Ahad olan (13) yine (13) ve mim o dahi (13) olan Habib’ i nde bütün İlâhi muhabbetini toplamış ve ondan zuhur ettirmiştir. İşte bu yüzden de âlemlere rahmet Peygamberi olarak gönderilmiştir.

“Levlâke levlâk lemâ halâktül eflâk” yani “eğer sen olmasaydın, olmasaydın, bu âlemleri halk etmezdim.”

Diyen zât-ı Ahadiyye işte bu hitabını (13) ten (13) e yani gönlünde-kucağında, zuhura getirdiği (mim) i Muhammediyye ye yapmıştır. Ve bütün âlemlere bu (mim)i Muhammed-înin ve (Hamd) hakikati’nin oluşu-mu (Hakikat-i Muhammed-î) tabiri ile ifade edilmiştir.

Ey güzel kardeşim: Mekke’li ve Medine’li Muhammedi sadece bir beşer şeklinde ve öyle algılarsan çok iyi bilesin ki; O’nu hiçmi hiç tanımamışsın demektir. Sana da rahmet olan o İlâhi mânâyı-Muhammed-i (s.a.v.) bu dünyadan gitmeden, çok iyi anlamağa çalış, çalışta! O yüceliğin hakikatine hayran ve beşeri hamdından aciz kalıpta O’na teslim ol ki; gerçek Hamd-ı O’nun yaptığını ve O’nun zâtında yapıldığını müşahede ile idrak edebilesin.

İşte bütün bunlar, ayrıca Hamd-ın hakikatleridir. Hamd-ı ancak Allah (c.c.) lühü yapar. (Elhamdü

lillâhi) “Hamd Allah’a mahsustur.” () (Lillâhi)

sayısal değeri (30+30+30+4=94) tür toplarsak, (9+4=13) eder ki; (13) hakikatinin (13) hakikatine olan (Hamd-ı) yani övgüsü’dür. Ayrıca (94) İnşirah sûresi’dir ki, gönlün açılmasıdır.

19

Page 22: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

22

İşte bütün bu âlemlerde ortaya çıkan sevgi muhabbet ve İlâhi oluşumlar, övgüye ve övülmeye lâyık olduğundan, bu âlemlerin en doyurucu iki aslî güzelliği (sevgi ve övgü) olduğundan, ayrıca da ma’nâ ve yaşam kaynağı olduklarından bütün mükevvenâtı, yani âlemleri kaplamışlardır.

İşte bu iki kelimeye, beşeri anlamda dar çerçeveleri içerisinde değil de, İlâhî ma’nâ da geniş ve gerçek ifadeleriyle baktığımızda bizler de, o geniş ufuklarda sey-rimizi sürdürmeğe başlamış oluruz demektir. İnşeallah:

Görüldüğü gibi Hamd ve Muhabbet, bu iki ilâhi kelime Muhammed ismi olarak birleştirilmiş, ve âlem-i ecsama, yani cisimler âlemine gönderilmiştir. Daha evvelce de belirttiğimiz gibi. (Enbiya 21/107) Meâlen: “Biz seni göndermedik; ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” Diye ifade edilmiştir.

Sûre ve Âyet sayı değerleri (21+107=128) dir toplarsak (1+2+8=11) zâhir zuhur mahalli olan Hz. Muhammed’ tir. Her sevgi, özlem ve şiddetli isteğin başında (Ahhh) vardır. O’nun arkasında, bâtının da gizli duran devamı ise (medd) dir. Med-in lügat mânâsı ise “uzatma, çıkma, yayma ve döşeme dir.” Medd ile Ahhh…. birleşince, Ahhh…med olur ki; Ahad-ın muhabbetinin bütün âlemlere medd ile yayılması ve döşenmesidir ki, Hakikat-i Muhammed-i dir. Medd

hecesine, Hakikat-i Muhammed-i nin () (ha) sını ekle-

diğimizde (Medh) olur ki, (Hamd) övgü ve övme’dir.

İşte bütün bu hakikatleri itibariyle gerçek mânâda ki (Hamd) “övgü”yü ancak Allah (c.c.) lühü yapar. Kullar ise kendi merteblerinden bu (hamd)ı takliden yaparlar ki; o mertebeleri itibariyle bu oluşum da yerli yerincedir

“Elhamdü lillâhi Rabbil âlemîn”

Her iki âlemin’de, aslı ve özü budur ve (Ahad) ın

20

Page 23: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

23

(Ah……med…teki dayanılmaz İlâhi zuhuru muhabbet-i ve câzibesidir. İşte bütün bunlar seçilmiş yani (Mustafa) olmuş oldu.

-------------------

İlgisi olması dolayısıyla (bir zuhuratın düşündür-dükleri) kitabımızdan da küçük bir bölüm ilâve edelim.

-------------------

Füsûs-ül Hikem’de, “İnsân-ı Kâmil, sûret-i İlâhiyye üzere mahkûktur, Ve sûret-i rûhiyyesi ve cismâniyyesinin cümlesi (Allah) ismi câmiinin gölgesidir.” Diye ifade edilmiştir. İlk İnsân-ı Kâmil ise Hz. Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v.) dir. Ve “Allah” ın (c.c.) en geniş zuhur mahallidir. Ve mensû-biyyet-i nin ismi ve vasfı, İnsân sûreti’dir. Ve bu sûret’in hakikati. Yukarıda da ifade dildiği gibi, yeniden hatırlanabilmesi için aşağıya da alınmıştır.

(Allah-ü Teâlâ Âdem-i, Rahmân sûreti üzere halketti.) Burada ifade edilen “Rahmân halketti” dir.

Diğer bir Hadîs-i Şerîfte ise şöyle buyurdu.

(Allah-ü Teâlâ Âdem-i, kendi sûreti üzere halketti.) Burada ise “Allah Halketti, olarak geçmektedir ki ikiside aynı mertebenin değişik zuhurlarıdır. Ve zât-î oluşumlardır.

Fatiha, Hamd Sûresi-Ümm’ül kitap-Seb’ül Mesâni, Ulûhiyyet, Risâlet ve Abdiyyet ile müşterektir. Bünyesinde bu mertebelerin hepsi mevcuttur. Aynı zamanda yukarıda da bahsedildiği üzere!.

(Elhamdü lillâhi) “Hamd Allah-a mahsustur) yânî “MUHAMMED Aleyhisselâm Allah-a mahsustur” yânî Ulûhiyye-te, Zât-î tecelliye tahsis edilmiştir. Çünkü Hakkın varlığında hem “Hâmid hem de Hahmud’dur” âlemde böyle bir zuhur yoktur. Ayrıca “abdiyyet” mertebesinden (üzerine nimet verilen) kimselerden

21

Page 24: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

24

olmak istenmektir. Bu nimet ise yukarıda bahsedilen “İlâh-î tecelliler” dir. Ancak onun ümmetinin Ârifleri bu sırra kendi mertebeleri yönünden aşinâdırlar.

Şimdi burada akla bir soru gelebilir. (Acaba bütün nev-i beşer bu şekilde mi, halkedilmiştir.)

El cevap “evet bu şekilde halkedilmişlerdir.”

Eğer bu şekilde halkedilmemiş olsalardı zâhiren de isimleri ve vasıfları “İnsân” olmazdı. Bir yerde “İnsân” vasfı varsa orada zâhir ve bâtın “İnsân” yukarılarda bahsedildiği gibi bütün özellikleriyle mevcuttur. Mesele, bunların zuhura çıkartılıp, veya çıkartılamamasıdır. Az yukarıda ifade edildiği gibi, Ancak, onun ümmetinin Ârifleri bu sırra kendi mertebeleri yönünden aşinâdırlar. Bu hakikati aşağıdaki hükümden de açık olarak anlamaktayız. İşte yukarılardan beri senetleriyle ifade edilmeye çalışılan bütün bu hususlar “Ulûhiyyet’in Abdiyyet” üzerinde ki sırlarıdır. Ayrıca daha birçok sır vardır ki, onlar da yine sırda kalmaları gerekli ancak ehline emânet edilmelidir. Anlatılmaya çalışılanlar zâten ruhsatlı sırlardır.

Hadîs-i Küdsîde,

“İnsânın sırrı, sırrımdır ve sırrımın sırrıdır,” buyruldu.

Cenâb-ı Hakk insânın sırrının, kendi sırrı olduğunu açık olarak ifade etmektedir. Bunun üzerine de söylene-cek hiçbir şey yoktur.

Diyerek “üç” mertebenin özelliklerini bu kadarla yeterli görüp şimdilik tamamlamış olalım.

Ârifler, “vuslat mârifettir,” demişlerdir. Yani bu oluşumların kemâli, “hakikat ve mârifet” mertebe-leridir. Şeriat ve tarikat mertebelerinde bu hususlar belki şifâen okunur anlatılır, ancak gerçek ma’nâ dâ idrakleri

22

Page 25: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

25

ile yaşanmaları mümkün değildir. Yukarıda ki küçük bir hatırlatmayı tekrar belirterek bu hususu sona erdirmiş olalım.

Allah-ı, Zât-ı Mutlak itibariyle görmek, “muhaldir” imkânsızdır.

Zât-ı Mukayyed olarak ve Rububiyyet-Teşbih mertebesi itibariyle görmek, mümkündür. İşte bu yol Hakikat-i Muhammediyye ye açılan zât-î ve özel bir yoldur. Diğer kavimlere kapalıdır. Şartı. Gerçek irfan ehli Muhammed-î olmaktır.

Aslında bu âlemde ne kadar “insân” var ise o kadar Allah inancı vardır ve hepside kendi görüş ve anlayışları yönünden haklıdırlar, ancak bu haklılık, zan ve izâfîdir. Mutlak değildir. İşte bu hususu bilen Cenâb-ı Hakk, “Ben abdimin bana olan zannı gibiyim-indindeyim.” İfadeleri ile bütün inançları kabul etmiştir Ancak gerçek Allah inancı “Ehli sünnet vel cemaat’ın irfan ehli olanlarının inaçlarıdır.”

Allah (c.c.) kulunun zannı gibidir. Peygamberi de, ümmetinin, veya kavminin zannı gibidir.

-------------------

(30/07/2010) (Hikmet ayniyyet’tir, ayniyyet yakîn, yakîn tevhîd-birlik, birlik ise Hakk’tır.)

Kendi mülkünün Rasûl-ü sensin-kendindir. Ûlû-hiyyet, Risâlet, Abdiyyet, hepsi sensin-kendindir-kendindedir, bunları bulmaya çalış. Çünkü. (tev-be/9/128) İçinizden size bir Rasûl geldi,) yi iyi anlayalım. T.B.

-------------------

NOT= Bu hususta daha geniş bilgi (6-Peygamber Hz. Muhammed s.a.v.) isimli kitabımızda mevcuttur dileyen oraya da bakabilir.

23

Page 26: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

26

-------------------

ا ا (41/2) - (Tenzilün minerrahmânirrahîm)

(41/2) - “Esirgeyen, merhamet buyuran zât tarafından indirilmiştir.”

-------------------

“Tenzilün” Bir indirmedir. “Rahmânirrahîm”

“Rahman” İsimlerin ve sıfatların gerçek yüzleri ile meydana çıkışından ibarettir.

“Rahîm” İsimlerin ve sıfatların meydana çıktığı yerdir, denmiştir.

Rahmân-ın lütfu genel, Rahîm’in ise özeldir. Ahadiyyet zâtından, Ulûhiyet kudreti ile bütün varlıklara genel ve Rahîmiyyet kanalı ise özel varlıkların ihtiyacı olan şeyleri kendilerine birer vücûd vererek oraya indirmesi ve bütün bu ilimleri, Hakikat-i Mhammed-î nin nokta zuhur yeri olan sûreti Muhammediyyenin gönlüne tenzil/indirmesidir. Oradan da İnsanlık âlemine aktarıl-masıdır.

Bu ifadelerle âyet-i kerîme de geçen (nüzül/inişi) Ulûhiyet mertebesi Risâlet mertebesine izah etmektedir.

Risâlet mertebesi de, abdiyyet mertebesine kişilerin akıl ve idraklerine bu, (nüzül/inişi) bildirmektedir.

Aslında bu iniş bir üst mekândan bir alt mekâna değil indirilen hakikatlerin daha iyi ve daha kolay anlaşıla-bilinmesi için ma’nâ ların hafifletilerek beşer aklı tarafından anlaşılacak bir hâle dönüştürülmesidir.

-------------------

24

Page 27: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

27

ن م ا ا ب

(41/3) – (Kitâbun fussılet âyâtuhû kur'ânen arabiyyen likavmin yaglemûn.)

Diyanet Meali : (41/3) – “Bu, bilen bir toplum için Arapça bir Kur'an olarak âyetleri genişçe açıklanmış bir kitaptır.”

-------------------

Kitabun. Bu kitap zât-ı mutlakta Ümmül kitap olarak mevcud iken. Fussılet. Fasıl fasıl, ayrılarak (Levhi mahfuz) ismi ile sıfat mertebesinden nazil olmaya başla-mıştır. Âyâtuhû. Onun âyetleri de esmâ mertebesinde daha da açıklanmıştır. Oradan da ef’al mertebesine kur'ânen arabiyyen. Arapça olarak tafsil edilerek indirilmiştir. Likavmin. Bir kavm için ki, yaglemûn. Bu hakikatleri idrak ederler, aksi halde diğerleri sadece okurlar, okumak ise bilmel değildir, ancak okumadan da bilinmez.

-------------------

Not= İlgisi olması yönünden bu yeri (22/12/Yûsuf sûresi) isimli kitabımızdan aktardım.İnşeallah faydalı olur

-------------------

(İnnâ enzelnâhu Kûr’ânen Arabiyyen lealleküm te’kılüne)

(12/2) - “şüphe yok ki, biz onu bir Arapça Kûr'ân olarak indirdik, umulur ki, siz güzelce anlarsınız.” ------------------- Bilindiği gibi her milletin bir dil-i-lîsân-ı vardır, ve bu lîsân ile aralarında görüşmeler yaparlar, Cenâb-ı Hakk’ta kitabını o kavm-milletin lîsân-ı üzere gönderir ki anlaya-bilsinler. İbrâhîm (a.s.) ın suhufları “Keldâni” ce Musâ

25

Page 28: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

28

(a.s.) ma gelen Tevrât-ı Şerîfin lîsân-ı nın “İbrânî” ce olduğu gibi, Kûr’ân-ı Kerîm’de “Arap” ça lîsân-ı üzere gönderilmiştir. Bu hususta akla şöyle bir soru gelebilir. Pekî! Değişik topluluklara gönderilen “Kütübü semâvîye-semâvî kitap-lar” ın değişik lîsânları nasıl düzenlenmişti? El cevap Zât-ı Ûlûhiyyet-in “Kelâm” sıfatı yönüyle Rububiyyet mertebesinden, gönderileceği toplumun lîsânlarına döndürülmüş-tercüme edilmiş olarak gönde-rilmiş tir, diyebiliriz. Kütüb-ü semâvîyye’nin tamamı “Ümmül Kitap” ta Ûlûhiyyet lîsân-ı ile kaydedilmiş olarak, Ulûhiyyet metre-besinde duruyor iken oradan bir tecelli ile “Levh-i Mahfuz”a (Hakk’ça) ya sıfat mertebesinde tercüme edilerek “nüzül-indirildi”. Oradan “Kitâb-ül Mübîn” olarak “Rabb’ça” ya tercüme edilerek Esmâ mertebesine “nüzül- indirildi”. Orada “Kitâb-ül Mübîn”in hangi mertebesi han-gi topluluğa gönderilecek ise o topluluğun lîsân-ı üzere kendilerine “İmâm-ül mübîn” i olarak “nüzül-indiril-miştir”. Bilindiği gibi “Ümm-ül Kitap” (Kitab-ın anası) Zatt’ır Zat mertebe’ si ise “ilmi câmi-a” Ulûhiyyet ilimlerinin toplu hâlidir. Buradan (Levhi Mahfuz)a nüzülü İlm-i İlâhînin Sıfat mertebesine (Furkan) ismiyle indirilmesidir. Buradan İlm-i İlâhî’nin Kitab-ül Mübîn “açık-açılmış kitap” ismiyle bütün varlıkların açılmış lâtif sûretleri ile Esmâ-isimler mertebesine nüzül-indirilmesi’dir. Buradan da bütün varlıklar, bireysel özellikleri ile zuhura gelebilecekleri “ef’âl-fiiller âlemine” (İmâm-ül mübin-önde olan İmâm” ismiyle var olan her bir varlık istihka-kını-ihtiyacını alarak yeryüzünde veya başka mahallerde zuhura gelmektedirler. Bir bakıma bu âlem “Seyr-u sülûk” ta Hakk’ın bütün zuhurları itibariyle her mahalde ki, her zuhuru “İmâm-ül Mübîn” dir.

26

Page 29: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

29

Lügat. Kelime, manâsı ise, “önde olan açık-İmam- önder” demektir. Ayrıca zâhiren şöylede belirtilmektedir. (İmâm-ı Mübîn) İslâm Dininin kader inancı ile ilgili bir terimdir. Bir nevi kaderin düsturlarını, işleyiş prensiplerini ihtiva eden bir defter mahiyetindedir. Gayb âlemi ile ilgili bir manâdır. Bu günden ziyade geçmiş ve gelecek ile ilgilidir. Bu defterde yazılanlar zamanı gelince gerçekleşir, vücûda gelir. Diye de ifade edilmiştir. Her varlıkta görülenin, Hakk’ın o mertebedeki zuhuru olduğu anlayışına göre, yapacağımız ilk idrak değerlen-dirmesinin gördüğümüz her varlıkta ilk müşahede ettiğimiz şey’in Hakk’ın o isim altında ki zuhuru olduğu müşahedesi, olacaktır.

Bu itibarla her gördüğümüz şeyde ilk müşahede ettiğimiz şey’in Hakk olduğu anlayışı bizde yerleşince, o anlayıştan sonra baktığımız her şeyde Hakk’ı müşahede ettiğimizde, işte o baktığımız ve müşahede ettiğimiz şey’in Hakk olduğunu şüphesiz anladığımızda o mahalde o gördüğümüz bizim için hakk’ın o mertebe de ki “İmâm”ı önderliğidir. Bunu idrak eden İmâm-ül mübîn-i okumuş ve idrak etmiş olacaktır.

-------------------

(Ve külle şey’in ahsaynâhu fî İmâmin mübînin)

36/12 ”Ve zâten herşeyi pek apaçık bildirilen, (İmâm’ül mübîn) de yazmışızdır.” Göstermişizdir.

-------------------

İşte bu hakikatleri idrak etmek “İmâm’ül mübîn-i okumak demektir. Bunun ana lîsân’-ı ise (Arapça) dır. Ancak (Arapça) iki türlüdür. Biri manâyı bâtıniyye si olan “Rabb’ın Arapçası” diğeri ise, manâyı zâhiriyyesi olan “beşerin kayıtlı Arapçasıdır.”

27

Page 30: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

30

-------------------

(Bilisânin Arabiyyin mübîn)

26/195. “Pek açık olan Arap lisânı ile.”

-------------------

İşte Âyette belirtilen (Kûr’ânen Arabiyyen) Arapça (Kûr’ân) Rububiyyet “Esmâ” mertebesinde Ulûhiyyet ilmi, kelâm sıfatı ile Rabb’ça dan İlâhî Arapçaya, eski diğer dillere de yapılan tercümeler gibi tercüme edilmiştir. Bu tercümeye en uygun lisân da zâhiren lisân-ı Arabî olduğundan “Kelâmullah”ın zâhiren, zâhire çıkması da bu lisânla olmuştur. Bâtını da “İlâhi Arapça” olarak bâtınen, ehli için zuhura çıkarılmıştır. Böylece zâhiren ve bâtınen. (İnnâ enzelnâhu) “Biz onu indirdik” Yani, mânâlarını anlayabileceğiniz hale biz getirdik, demekle bu oluşumun zâtına ait bir tatbikat olduğunu açık olarak bildirmştir.

(Lealleküm ta’kılün) umulurki bunları nefsi benliğinizin tesirinde kalmadan gerçek bir idrak ile düşünür-akledersiniz. Bu temennî Hakk’n zâtından kulunun gönlüne’dir. Bu sözün diğer bir açık hâli ise! “Ey kulum ben seni, beni anlayacak şekilde, en güzel bir kıvamda halkettim senden beni ve bunları anlamanı bekliyorum” demektir. Yukarıda anlatılmaya çalışılan hususlara delil istenirse. (Allah tevrât-ı kendi eliyle yazdı) Hadîs-i şerifi yeter ve birazda tefekkür gerekir.

-------------------

ن ض ا ا ا و (41/4) – (Beşîran ve nezîrâ, feagrada ekseruhum fehum lâyesmeûn. )

Diyanet Meali :

28

Page 31: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

31

(41/ 4) – “Müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilmiştir.

Fakat onların çoğu yüz çevirmiştir. Artık onlar işitmezler.”

-------------------

Beşîran, kendindeki hakikatlerinin anlamaya kabili-yetleri olanları kendilerinde mevcud hakikatlerini çalış-maları karşısında, Müjdeleyici, ancak bunları anlamak için bir çaba göstermeyip, kendilerinde bulunan “mudil” isminin kendilerini istilâ edbileceğini ve bu suretle zararlara girebileceğini nezîrâ bu hususta uyarıcı’dır.

İşte bu durumda olanlar, feagrada, uzaklaştı ekse-ruhum fehum, onların çoğunluğu, lâ yesmeûn, kulakları sadece madde âlemini duydukları için hakikat-i İlâhiyye ilmini ve onu anlatan Kur’ân-ı Kerimi ve Peygamberin sesini duymazlar.

-------------------

Not= Beşîr ve nezîr, hakkında (Terzi Baba-2-) de bilgi vardır dileyen oraya da bakabilir. T.B.

------------------- و ذا ا و ا ا ا و

ن ا ب و و (41/5) – (Ve Kâlû kulûbunâ fî ekinnetin mimmâ ted'ûnâ ileyhi ve fî âzâninâ vakrun ve min beyninâ ve beynike hıcâbun fagmel innenâ âmilûn.) Diyanet Meali : (41/5) - Dediler ki:"(Ey Muhammed!) Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz örtüler içerisindedir. Kulaklarımızda bir ağırlık, seninle bizim aramızda da bir perde vardır. O hâl-de sen (istediğini) yap, şüphesiz biz de (istediğimizi)

29

Page 32: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

32

yapacağız."

-------------------

Ve Kâlû, bu sebebten dediler, kulûbunâ, bizim kalplerimiz, fî ekinnetin, örtüler içinde, gaflet perdeleri ve beşer anlayışları ile perdelidir. mimmâ ted'ûnâ, bizi çağırdığın Hakikat-i İlâhiyye ye, o perdelerki bizdedir, ileyhi, o Hakk sözler üzerine örtülmüştür, biz onları duymaz ve görmeyiz. Çağrılırız ama haberimiz olmaz. ve fî âzâninâ vakrun, kulaklarımızda beşeriyet ağırlığı vardır ki, İlâhi ilmin lâtifliğini duymazlar. ve min beyninâ bizim aramızdan bu haller çıkar ve bize sevimli gelir, ve beynike, senin aranda, hıcâbun, bu perdeler sana ulaşmaktan bizi korur, fagmel, hemen ne yapacaksan yap-işle, innenâ âmilûn. Bizde senin getirdiğin Kur’an ve zâti hakikatleri inkâr etme ameli ile âmil olmaya devam edeceğiz.

-------------------

وا ا ا ا ا ا ا

وا ا ا وه وو

(41/6) – (Kul innemâ ene beşerun mislukum yûhâ ileyye ennemâ ilâhukum ilâhun vâhıdun festekîmû ileyhi vestağfirûhu, ve veylun lilmuşrikîne.

(41/6) – De ki: "Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O'na yönelin ve O'ndan bağışlanma dileyin. Allah'a ortak koşanların vay hâline!"

-------------------

Kul innemâ ene beşerun mislukum, Ey habibim onlara de ki,

bende sizin gibi bir yönü ile beşer isminin ifade ettiği ma’ nâ, davranışlar ve yaşantısı ile sizin benzeriniz gibiyim.

30

Page 33: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

33

yûhâ ileyye, Ancak bana hakikat-i İlâhiyye ve sıfat-ı rahmaniye den İlâhi bilgiler vahyediliyor, Sizler beşeriy-yet “hicap/perdeleri ile perdelendiğiniz için, bu sahaya geçemediğiniz den beni de kendileriniz gibi kıyas ederek öyle değerlendirdiğinizden, sure-i şerifin başında olan (Ha-Mim) Hakk olan Muhammed-i ve ondan vahy akta-ran beşer yönümle beni anlamıyorsunuz.

ennemâ ilâhukum ilâhun vâhıdun, bana bu hakikatleri bildiren mutlaka sizinde örttüğünüz İlâhınız-dır, sizlere ona ulaşmanın yollarına sülûku haber veriyo-rum o sizin zannettiğiniz gibi, çok değil, Vahid/birdir.

festekîmû ileyhi, istikametinizi vahid/bir olan İlâhınıza döndürün, bunun içinde beşeriyetnizle benim beşeriyetime uyun, hakikatinizle de benim hakikatime uymaya çalışın ki, sırat-ı müstakîm/doğru yol üzere olasınız, bunun içinde, vestağfirûhu, gaflet, benlik, perdeler ve sadece beşeriyetiniz ile yaşamaktan ona istiğfar edip tevbe edin.

ve veylun lilmuşrikîne. Bunları yapmayıpta nefsi beşeriyetlerinde kalıp kendilerini bir varlık zannederek şirk koşanlara yazıklar olsun.

-------------------

ون ة ة و ن ا ا(41/7) – (Ellezîne lâ yu'tûnez zekâte ve hum bil âhırati hum kâfirûn.) (41/7) – “Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. Onlar ahireti de inkâr ederler.”

-------------------

Ellezîne lâ yu'tûnez zekâte, o kimseler ki, verilmiş zekâtları yoktur, yani vermezler kendilerini gayr hükmün den, ve benlik anlayışlarından kurtarıp vahdet Hakikatle-rinin anlaşılması için bir zaman harcamazlar, işte bu za-

31

Page 34: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

34

man bölümleri onların kendilerini tanımağa çalışma alanı olacaktı, işte bu çalışmalar için zaman harcama-dıklarından, nefis teskiyesi için zekât vermemiş olurlar, en büyük zekât, beşeriyet kirlerinden temizlenmek için ayrılan zamandır, çünkü kişinin yegâne malı, ancak zamanıdır, bu zamanı da kendisini temizleyip âhiret âlemine uyum sağlaması için kullanması olan, nefis tezkiyesi en büyük varlık zekâtıdır. Diğerleri ise şer’an verdiği ölçüsüne göre olan malın zekâtıdır ki, kendinin dışında dır.

ve hum bil âhırati hum kâfirûn, onlar kendi hakikatlerinde mevcud, İlâh-i hususların gerçeğini ve kendine ulaşma yollarını, beşeri benlik ve nefsi zevklerle, kapatmış olduklarından, yaşamın sadece bu dünya da olduğunu zannederek, âhreti inkâr edenlerden olmuşlardır.

-------------------

ن ا ت ا ا ا و ا ن ا ا(41/8) – (İnnellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lehum ecrun ğayru memnûn.) (41/8) – “Şüphesiz iman edip salih ameller işleyenler için ise kesintisiz bir mükâfat vardır.”

-------------------

İnnellezîne âmenû, o kimseler ki, kendilerine bildirilen İlâh-i hakikatleri idrak edip gerçeklerin böyle olduğuna imân ettiler.

ve amilus sâlihâti, Salih amel, kurgusu Hakk’tan tatbiki kuldan olan ameldir, onlarda bu sâlih amel içinde nefsin olmadığı temiz olan amelleri bir karşılık bekleme- den işlediler.

Lehum ecrun ğayru memnûn, işte onlar için bir ecir/ödül karşılık vardır ki, hiç beklemedikleri halde Tah-

32

Page 35: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

35

minlerinin üstündedir, bu ecir her kişinin bulunduğu mertebesi itibari ile memnuniyetlerinin çok üstünde olacaktır.

-------------------

رض ا ى ون ا

رب ا ادا ذ ا ن و(41/9) – (Kul einnekum letekfurûne billezî halekal arda fî yevmeyni ve tec'alûne lehû endâdâ, zâlike rabbul âlemîn.)

(41/9) - De ki: "Siz mi yeri iki günde (iki evrede) yaratanı inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir."

-------------------

Kul einnekum, muhakkak siz, Le tekfurûne, elbette inkâr ediyorsunuz, billezî, o Allah, halekal arda, öyle bi Allah ki, genel olarak üzerinde yaşadığımız arzı ve özel olarak içinde yaşadığımız beden arzını, fî yevmeyni, genel arzınızı iki günde, iki tecellide, iki kün/olda, halketti. Beden arzınızı ise, ana ve babadan, iki günde, çünkü onlarda birer kün/gündür.

ve tec'alûne lehû endâdâ, bu halkiyyetleri yapan Rabbınıza putları denk tutuyorsunuz. zâlike rabbul âlemîn, işte böylece o âlemlerin Rabb-ı dır, sizin putlarınız dahi onun halkettiği mahlûkatı cinsindendir.

------------------- و ر و رك و روا

اء م ا ر ا ا ا

(41/10) – (Ve ceale fîhâ ravâsiye min fevkıhâ ve

33

Page 36: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

36

bârake fîhâ ve kaddera fîhâ akvâtehâ fî erbeati eyyâmin, sevâen lis sâilîn.)

(41/10) – “O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.”

-------------------

Ve ceale fîhâ, orada kıldı/yaptı, istediğini ortaya koydu, ravâsiye, sabit dağlar, min fevkıhâ, üstünden, ve bârake, bereketi, fîhâ, orada, ve kaddera, takdir etti, fîhâ, orada, akvâtehâ, azık/yiyeceklerini, fî erbeati eyyâmin, dört günde, dört ana unsuru, toprak, su, ateş, hava, sevâen, eşit olarak, lis sâilîn, ihtiyacı olanlara bunları ihsan etti.

-------------------

رض و ل ن د ء و ا ى ا ا

ا و ا ا

(41/11) – (Summestevâ iles semâi ve hiye duhânun fekâle lehâ ve lil ardı'tiyâ tav'an ev kerhen, kâletâ eteynâ tâiîn.)

(41/11) – “Sonra duman hâlinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne, "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de, "İsteyerek geldik" dediler.”

-------------------

Summestevâ, bunlardan sonra icadı tamamlamak için, iles semâi, semâya yöneldi, ve hiye duhânun, o ise dumandır, o na “sehab-ı muzi/parlak bulut” derler, semâ arz gibi kesif/yoğun madde değil lâtiftir, fekâle lehâ, bunları tamamladıktan sonra, göğe, ve lil ardı'tiyâ, arza gelin, tav'an ev kerhen, isteyerek veya

34

Page 37: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

37

istemeyerek, kâletâ eteynâ tâiîn, itaat ettik, isteyenler olarak geldik. Kendisini, icad eden, mucidine, icad olunan uymak durumundadır. Çağırdığı zaman, yani gel seninle biraz daha meşgul olup geleceğe göre tekrar uyarlayacağım deyince onlar hemen isteyerek gelirler, çünkü mucitlerinin, kudret eli gene onların üstünde tesirde/ceal de, olacaktır, bu ise lütuftur, isteyerek gelirler.

-------------------

ء و وا ات

ذ و ء ا وز ا ا

ا ا (41/12) – (Fekadâhunne seb'a semâvâtin fî yevmeyni ve evhâ fî kulli semâin emrahâ, ve zeyyennes semâed dunyâ bimesâbîha ve hıfzan, zâlike takdîrul azîzil alîm.)

41.12 – “Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi. En yakın göğü kandillerle süsledik ve onu koruduk. İşte bu, mutlak güç sahibi ve hakkıyla bilen Allah'ın takdiridir.”

-------------------

Fekadâhunne, böylece onların hükümleri tamamlan dı, seb'a semâvâtin, yedi gökler olarak zuhur etti, Ahadiyyet, Vahidiyyet, Ulûhiyet, Rahmaniyyet, Âlemi ervah, Âlemi melekût, ve Âlemi şehadet olarak, fî yevmeyni, iki gün, iki tecelli, iki kün, ile, ayrıca bu iki tecelli, Celâl ve cemâl tecellileridir.

ve evhâ fî kulli semâin emrahâ, bütün semâya, nere de ne yapılması lâzım gelecekse, onlara kendi özlerinden, veya bir melek vasıtası ile bildirmiştir.

35

Page 38: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

38

Onlarda aldıkları o vahy ile ne yapmaları lâzım geldiğini öğrenip, üzerlerine düşen işlerini yapmışlardır.

ve zeyyennes semâ eddunyâ, dünya semâsını ve gönül göğünü süsledik ve koruduk, her bir ilâh-i mevzu gönül göğünde bir süs ve zinettir.

Bimesâbîha, kandillerle, göğe baktığımızda sonsuz yıldızların ışıltılarını hayretle seyrederiz. Hakk’ın zâtı hakkında ki, tevhid-i bilgilerin her bir konusu, beden ve nefs karanlığını aydınlatan kandiller gibidir. Aydınlık gelince karanlık gider ve çevre açıklığa kavuşur, gizli bir şey kalmaz. Bütün kötülükler ise karanlığın perdesi altında işlenir. Bu da nefsin ve iblisin işine yarar. Çaresi, (mesabih/kandil) ilim irfan aydınlığıdır.

ve hıfzan, koruyarak, işte bahsedildiği şekilde kişinin gönül göğü nefs şeytanlarından beşeriyet cehaletinden korunmuş olur.

zâlike takdîrul azîzil alîm, işte böylece bunlar azîz ve alîm, olanın takdiridir. Azîz ismi yüceliğe, alîm ismi de ilme dönüktür, Azîz azemet sahibidir, bütün âlemde izzeti ile zuhurdadır. Alîm’dir gene bütün âlemde ve her zerresin de akl-ı küll-i ile mevcud ve her yerde bu isimlerle tasarruftadır.

-------------------

ر ا ا ن ا د

د و (41/13) – (Fein ağradû fekul enzertukum sâıkatem misle sâıkati âdin ve semûde.)

(41/13) – Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: "Ben sizi Âd ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım."

-------------------

36

Page 39: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

39

Fein ağradû, eğer bütün bunlara karşılık yüz çevirirlerse.

fekul enzertukum, ben sizi kitabım ve peygambe-rim aracılığı ile bu şekilde gafletinizden uyardım neden daha halâ uykudasınız.

sâıkaten misle sâıkati, yıldırım gibi bir yıldırımdan. Bunlar aniden gelir, herhangi bir şey yapacak vaktiniz kalmaz.

âdin ve semûde, âd ve semud kavmine geldiği gibi, o zaman onlarda hiçbir şey yapamayıp helâk olmuşlar idi.

İşte Hakk’ın İzzeti onlara cebbariyyeti ile cevap vermişti, bunlardan ibret almazmısınız? Dikkatli olun âd ve semud henüz tamamen ortadan kalkmış değildir, her bir nefiste onların kalıntıları vardır, bunları hükümsüz bırakmak, azîzin izzeti ile yıldırım gibi üzerlerine gitmek ve alîm ismiyle, zât-i ve tevhid-i bilgi ile zinetlenmekle olur.

-------------------

ا و ا ا ء ذ ا

ل ء ر ا ا وا ا

ون ر ا(41/14) – (İz câethumur rusulu min beyni eydîhim ve min halfihim ellâ tagbudû illallâh, kâlû lev şâe rabbunâ leenzele melâiketen feinnâ bimâ ursiltum bihî kâfirûn.)

(41/14) - Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalarından gelmiş, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyin" demişler, onlar da, "Eğer Rabbimiz dileseydi (Peygamber olarak) melekler indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz" demişlerdi.

37

Page 40: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

40

-------------------

İz câethumur rusulu, O vakti hatırlaki hani onlara min beyni eydîhim ve min halfihim, önlerinden ve arkalarından peygamber gelmişti, onlardan daha önce ve daha sonra, ayrıca önlerinden yani hazırda karşı karşıya nasihat ettiler, arkalarından yani peygamber-lerinin sözleri onlara bazen daha sonra anlatılarak nasihat edildi.

ellâ tagbudû illallâh, kendi akıllarınız ile ilâh kabul ettiğiniz, ve nefislerinizin muhabbet ettiği, mahlûk cinsinden olan sûretlere gönül verip tapmayasınız. Ancak bütün bu âlemleri ve içinde bulunanları ve sizleri de halkeden kadiri mutlak olan Allah’a kulluk ediniz.

kâlû lev şâe rabbunâ, eğer Rabb’ımız dileseydi, demek sûreti ile Rabb’ı kabul etmekteler

leenzele melâiketen, bunu yapabileceğini de biliyorlardı ancak rabb’ın yaptığı işlerini beğenmediklerini ifade ediyorlardı.

feinnâ bimâ ursiltum bihî kâfirûn Çünkü peygamberi meleklerden bekliyorlar idi, veya inkâr sebeblerini böyle perdeliyor idiler, bu yüzden peygamberlerini inkâr ediyorlar idi bu yüzden inkârcı, ehli küfürden oldular.

-------------------

د ا و ا رض ا وا

ا ى ا ن ا وا ا و ة ا ا

ون ا ة و (41/15) – (Feemmâ âdun festekberû fil ardı biğayril hakkı ve kâlû men eşeddu minnâ kuvveh, e ve lem yerav ennallâhellezî halekahum huve eşeddu minhum

38

Page 41: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

41

kuvveten, ve kânû biâyâtinâ yechadûn.)

(41/15) – “Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, "Bizden daha güçlü kim var?" demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah'ın onlardan daha güçlü olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı.”

-------------------

NOT= Bu âyet-i kerime’ye başlamadan, د / âd

kelimesinin sayı değerlerine bir göz atalım. ع/Ayn, (70)

,dal (4) tür, tek sayılar olarak toplarsak/د elif (1-13) /ا

(7+1+4=12) eder ki, hakikat-i Muhammed-i’dir. Ayrıca elif (13) tür. O da hakikat-ül Ahadiyyet-ül Ahmediyye’dir. Bu durumda ad kavminin bağlı olduğu yer bellidir.

-------------------

Feemmâ âdun, Ad kavmine gelince, festekberû, büyüklük tasladılar. fil ardı yer yüzünde biğayril hakkı haksız yere.

د Ayn-ı, göz, gözenek, kaynak, demektir. Önünde

ki, elifi ise ahadiyyet demektir. Sondaki (d)-dal ise, delil demektir, yani (ad)ın aslının, ayn 70 yani nefs mertebe-lerinin yaşantısının içinde açık seçik, gören göz, tarafın-dan görüleceği ifade edilmiştir. Ve elif 1 ve 13 tür, ve bütün mertebeler kendinde mevcud olduğundan, ayn-ı her mertebede destekleyerek onlara azamet ve son vermiştir. (d-dal) olan (4) ile de dört mertebeden zuhuruna delil olmuştur, ancak “âd” kavmi bu hakikatleri tamamen nefsi kullanarak kendilerinde asaleten bulunan kâdir ve muktedir, sıfatlarını nefislerine kaptırarak bunları beşeriyetleri ile sahiplenerek tekebbür ederek

39

Page 42: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

42

kendilerini büyük ve güçlü addererek yer yüzünde ve beden arzlarında haksız yere büyüklendiler, ve “âd” ın dalı delilleri iken dalâletleri oldu.

ve kâlû, dediler, “men/kim,” diyerek hem kendileri ne hemde başkalarına Hakk’tan ayrı birer kimlik vererek, kesrete ve nefsi benliğe düştüler. “Kim” daha güçlü, kuvvetli.

eşeddu minnâ kuvveten, bizden daha şiddetli, kuvvetli diyerek, Hakk’ın kâdir, kudret ve kuvvet sıfatla-rını kendilerine mâl ederek, ve kendilerini Hakk’ın karşı-sında ayrı birer varlık görerek, ve ayrıca böyle bir iddiada da bulunarak, şirk ve benlik davasında bulundular.

e ve lem yerav, görmedilermi? Göremediler, çünkü gözlerinde ve kâlplerinde beşeriyet, ve benlik perdeleri vardı. Ennallâhe, şüphesiz ve muhakkak ki, Allah, ellezî, öyle bir Allah ki. Halekahum, onları halketti, evvelâ onların a’yân-ı sâbite/kaza, onların programlarını düzenledi, sonra onları oradan âlemi ervaha nüzül ettirdi, oradan da âlemi melekûta, “rububiyyet” e nüzül ettirdi, oradan da, Anne Baba vasıtası ile, ef’âl şehâdet âleminde zuhura çıkardı ve onlara birer beşeri vücûd ve nefs verdi. İşte onlar bu aşamaları unttular, kendilerini, kendileri meydana getirmiş zannettiler.

Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarını kendi güçleri ve malları gibi kullanarak, hayali! Ancak çok kuvvetli birer nefsi benlik oluşturdular.

Huve, o hüvenin “he” si hüvviyyeti mutlaka, ve hüvviyyeti mukayyede dir. Yani burada “he” iki gözlüdür, bir gözü zâtının hüvviyyetini, diğer gözü ise mahlûkunun o mahal kadar, zuhura gelen hüvviyyetini ifade ederki, mahlûk görünümündeki sayı değeri beş’tir, ve her mertebeyle bağlantısı vardır, bu bağlantıyı ise “vav” ile kurmaktadır, o da velâyettir. Sayı değeri altı’dır. Ve altı cihettende zuhur etmektedir. İkisini toplarsak, (5+6=11)

40

Page 43: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

43

eder ki, Hazret-i Muhammed’dir. İşte “hüve” diğer şekli ile “huu” bâtında “O” olan Hakk, zâhirde ise “huu/o” nun temsil yeri ve zuhur mahalli olan, ve bu âlemde ismi a’zam olan Rasûl Muhammed aleyhisselâmdır ki, hükmü bütün âlemlerde geçerlidir.

eşeddu minhum, İşte bu yüzden O her bir esmâ cihetinden faaliyette onlardan daha şiddetli ve hükmünü yürütücüdür. kuvveten, kudret ve kuvvet yönüyle de.

Buraya kadar Rahmâniyyet mertebesinden tarif ile verilen bilgilerdir.

ve kânû, idiler/oldular, biâyâtinâ, âyetlerimizi, yec-hadûn, cehaletleri yüzünden inadına inkâr ediyorlar.

Bölümü ise Hakk’ın kendisi tarafından, ve hâl ifadesi ile belirtilmektedir. Yani normalde, inkâr ediyorlar. Yerine inkâr ettiler, geçmiş zaman kullanılması lâzım gelirken, inkâr edyorlar, e ve lem yerav, görmedilermi? Hükmü ilede maziden geçmişten değil yaşanan halken bahsedilmektedir, bu husus ise açık olarak görüldüğü gibi zamanımızda ve her zamanda olabilecek gizli “Âd” kavimlerinden bahsedilmekte, ayrıca içimizde olan nefislerimizin de her an bu tür ahlâk ve benlik üzere ortaya çıkıp, büyüklük davasında bulunabileceğinden, Cenâb-ı Hakk bu hususta, bizleri zâtından ve hâl mertebesi üzerinden bu misal ile ikaz etmektedir,

-------------------

ر ت م ا ا ر

ى ة ا اب ا و ة ا ا ى اب ا

ون و (41/16) – (Feerselnâ aleyhim rîhan sarsaran fî eyyâmin nehısâtin linuzîkahum azâbel hızyi fil hayâtid

41

Page 44: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

44

dunyâ, ve leazâbul âhırati ahzâ ve hum lâ yunsarûn.)

(41/16) – “Biz de onlara dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o mutsuz kara günlerde üzerlerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azâbı elbette daha rezil edicidir. Onlara yardım da edilmez.” -------------------

Feerselnâ, Biz gönderdik, ifadesi ile bu âyet-i kerime’nin de, leazâbul âhırati, ye kadar olan kısmı zât-i âyettir. Yani fâil Hakk’tır. Bu ve benzeri âyet-i kerimelerden öğreniyoruzki, Hakk mülkünde her zaman faâl ve fâil’dir, zât-ı mutlak yönüyle tenzihte olan Allah (c.c.) Bu âlemlerde ise zât-ı mukayyed ve Hakk esmâsı yönüyle her zaman faâliyettedir. Ancak mahlûk perdesi ve halk sıfatı ile zuhur ettiğinden halkın içindeki Hakk’ı müşahede için, irfaniyyet eğitimine ve âriflik gözlüğüne ihtiyaç vardır ki ehli bilir. Bu hususta şöyle denmiştir.

Bir şeye mahlük gözüyle bakarsan,

ol mahlûk olur,

Hakk gözüyle bak ki,

Sırrı Yezdan ordadır.

Yani bir şeyin Hakk veya halk olduğunu, o şeye bakan kimse kendi zannın da onu değerlendirir, ve bu değerlendirme kendisine ait zannıdır. Aslı ise hiçte öyle değildir. Yani kişinin kendi değer yargılarına göre, her şey Hakk veya halk’tır, bu düşünceyi de kişi kendi halketmiştir. Âleme halk olarak bakarsa kendini Hakk’tan perdelemiş olur, ve âleme Hakk olarak bakarsa daha bu günden her mertebesi itibari ile Hakk ile ünsiyet kurmuş demektir, buna ise halkta Hakk’ı müşahede etmek denir.

Bayezid-i Bistami’nin ifade ettiği gibi. Kırk sene var ki, halk ile ünsiyet ederim, onlar beni kendileri ile ünsiyet ederim sanırlar, halbuki ben Rabbım’la ünsiyet ederim,

42

Page 45: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

45

dediği bu husutur. Cenâb-ı Hakk ondan razı olsun.

Feerselnâ aleyhim, Bu inkârları ve isyanları ve benim isim ve sıfatlarımı kendilerine ve nefislerine mâl etmeleri sonucu onların “üzerlerine hemen gönderdik” rîhan, bir rüzgâr. Nefesi Rahmâniyyeden, kahhar ismiyle, Sarsaran, her şeyi sarsan, yakıp kavuran aşırı soğuk, bir rüzgâr, fî eyyâmin, o günlerde yani isyan ettikleri günlerde, nehısâtin, kendi yaptıkları uğursuz-lukları yüzünden, kendilerine gelen bir uğursuzluk idi.

Linuzîkahum, yaptıklarının neticesini onlara tattıralım diye. Görüldüğü gibi her şey ölüm dahil bir tadıştır. Onlarda nefislerinin yaptığı işleri gene nefisleriyle tatmış oldular. azâbel hızyi, rezillik azabını, bundan daha büyük azab olurmu? Kendilerini âlemin kralı düzeyinde görüyorlar iken, birden bir rüzgâr/fırtına ile perûşan olmaları, hem kendileri yönünden hemde başkalarına ibret yönünden ne kadar mânidar’dır.

fil hayâtid dunyâ, daha dünya haytında iken,

ve leazâbul âhırati, âyetin bu bölümü ise rahmâniyyetten tarif bâbında dır. Ve mutlak ahret azabı ise devamlı olacağından, ahzâ, en rezil ebedi rezillik vardır. ve hum lâ yunsarûn, onlar orada yardımda görmezler. Çünkü onlar esmâ ve sıfat özelliklerini kendilerine mâl edip, sahip çıktıklarından, diğer ifade ile, kendilerine Hakk için kullanma karşılığında verilmiş olduğundan, ve onlar onları kendi zimmetlerine geçirip, bir bakıma, Hakk’tan çalmış olduklarından, ve onları kendi nefisleri yönünde kullandıklarından, esmâ-i İlâhiy ye ve sıfat-ı zâtiyyeleri kendilerinden razı olmadıkları için, onlarda merziyye olamadıkları için, kendilerine yardım edecek bir mahal, ve veya makam olmadığından, ahrette hiçbir zaman bunlardan yardım görmezler.

Bu halin tersi ise kendilerine emâneten verilen esmâ-i İlâhiyye ve sıfat-ı zâtiyyeleri, Hakk için kullanarak, onları

43

Page 46: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

46

razı eden kimseler ise, merziyye/razı olunmuş kimse- lerden oldukları için, ahrette her mahalde ve geçiş yerinde onlardan yardım göreceklerdir. Bir bakıma daha bu dünya da iken, muhacirlere ensârın yardım etmeleri gibi. Muhacirler kendilerinde bulunan esmâ-i İlâhiye yi ve sıfat-ı zâtiyyelerini, âd ve semud kavmi gibi, kendi nefisleri ve beşeriyetleri itibarile kullanmayıp, Hakk yolunda kullanmak için, nefs’ten ruha hicret ettirdik-lerinden kendilerine “ensâr” dan, yani esmâ-i İlâhiyye ve sıfat-ı zâtiyye’den yardım gelmiştir. Onlar ve benzerleri ahrette de, her zorlandıkları yerlerde yardım görecek-lerdir.

-------------------

ى ا ا ا د وا

ن ا ن اب ا ا

(41/17) – (Ve emmâ semûdu fehedeynâhum festehabbul a’mâ alel hudâ feehazethum sâıkatul azâbil hûni bimâ kânû yeksibûn.)

(41/17) – “Semûd kavmine gelince, biz onlara doğru yolu göstermiştik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etmişler ve yaptıklarına karşılık, alçaltıcı azap yıldırımı onları çarpmıştı.”

-------------------

Ve emmâ semûdu. Semûd kavmine gelince. Evvelâ

د “ /semud” un nsayı değerlerine bakalım. ث/se, 500

dal, 4 . Bu sayıların sıfırlarını/د/ vav, 6/و mim, 40/م

kaldıp toplarsak, (5+4+6+4=19) insân-ı Kâmildir ki, kendi bulundukları isyanın kemâlâtını yaşamışlardır.

Böylece onlar da bâtınen de Hazret-i Muhammed’e

44

Page 47: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

47

bağlıdırlar, ancak yaptıklarında müstakil olduklarından sorumlulukları kendilerine aittir. Bu âyet-i kerime’de görüldüğü gibi zât-i dir.

Fehedeynâhum, onlara biz hidayet verdik demek sureti ile, zat cihetinden haber verildiği bildirilmektedir. Bu yüzden kendilerinde “Hâdi” ismi oranının daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Ancak onlar bunu davranışları yüzünden “mudil” e çevirdiler.

festehabbul a’mâ, Ancak onlar körlüğü sevmek istediler, yani nefs ve benlik perdeleri ile kendi kendilerini perdelenmiş olduklarından, kendilerine de bu gaflet hali, Hakk’tan ayrı kayıtsız ve müstakil yaşamak güzel geldiğinden Hakk’ı görmeme, körlüğünü sevdiler. Çünkü bu suretle emri İlâh-i/İlâh-î emirleri duymayıp görmediklerine, kılıf uydurmuş olacaklardır. İşte bu yüzden. alel hudâ, hidayet üzere oldukları halde, körlü-ğü sevmek istediler ve öyle yaşamaya devam ettiler.

Feehazethum, işte bu yüzden onları tuttu, sâıkatul, bir yıldırım, azâbil hûni, hor ve hakir eden bir azap, bimâ kânû yeksibûn. Yapmış oldukları kötülüklerin neticesinde.

Kendilerine tanınan imkânları yerinde kullanmayıp, Hâdi’yi Mudil-e döndürdükleri için, ve bütün esmâ-i İlâhiye ve sıfat-ı zâtiyyeyi tam tersi istikamette kullan-dıkları için, daha bu dünyada iken hor ve hakir bir azaba düçar oldular. Ahret ise daha çetin ve zordur.

-------------------

ن ا ا و ا ا و (41/18) – (Ve necceynellezîne âmenû ve kânû yettekûn.)

(41/18) – “İnananları ve Allah'a karşı gelmekten sakınanları kurtardık. “

45

Page 48: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

48

-------------------

Ve necceynâ, biz necat verdik-kurtardık, görüldüğü gibi bu âyet-i kerime’de zâtidir. Çünkü biz necat verdik demek sureti ile, Hakk, fâilin kendi olduğunu, kendi kitabında bizlere bildirmektedir. Ancak burada ki, necat verilmesi, devamında belirtilen kula bağlı fiil, neticesinde olduğu ifade edilmektedir. Yani necat-ı veren Hakk, ancak kul tarafından yapılan fiil, bir hüküm neticesinde verilmektedir.

ellezîne âmenû, o kimseler ki, evvelâ imân ettiler. Sonra, ve kânû yettekûn, yani, ittika/sakınma sahibi oldular. Bilindiği gibi ittikanın her mertebede ayrı bir hükmü vardır. En kemâllisi varlığında bulunan Hakk’ı, gafleti sebebiyle unutmaktan sakınma’dır. İşte her mertebede, o mertebenin hali ile, ittika halinde yaşayan kimselere nefsinden necat-ı/kurtuluşu zâtından vermiştir.

-------------------

ن ز ر ا ا اء ا ا م و (41/19) – (Ve yevme yuhşeru agdâullâhi ilen nâri fehum yûzeûn.)

(41)19) – “Allah'ın düşmanlarının, toplanıp yığın yığın cehenneme sevk edilecekleri günü hatırla!”

-------------------

Ve yevme yuhşeru, o gün toplanırlar, agdâullâhi, Allah’ın düşmanları. Nefsi emmâre enâniyyet/benliği içine girip, kendini Hakk’tan ayrı bir varlık olarak görmek ile, kendine bir vücûd izafe ederek bunu gerçek zannet-mesi ile kendini bir varlık olarak kabul etmesinden dolayı Allah’ın varlığını ortadan kaldırmak isteyenler, Allah’ın düşmanları olmuşlardır, ilen nâri, yerleri ateştir.

fehum yûzeûn, orada onlar hapsedilirler. Sûreta

46

Page 49: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

49

o hapishane de, düşünce de de, kendi kurdukları hayal ve benlik hapsindedirler. Oradan çıkmaları da mümkün değildir. Çünkü kendi kendilerine verdikleri hüküm gerçekleşmiş, kendileri hâkim, kendi kendilerini o düşünceleri ile mahkûm etmişler, Allah onlara zulm etmemiştir. Bu zulum kendinden kendilerine dir.

-------------------

ؤ ذا ا ر وا

ن ا د و

(41/20) – (Hattâ izâ mâ câûhâ şehide aleyhim sem'uhum ve ebsâruhum ve culûduhum bimâ kânû yağmelûn.)

(41/20) – “Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.”

-------------------

Hattâ izâ, hattâ şu zaman ki, mâ câûhâ, ona geldiklerinde. Tefsirlerde ona’ dan murat cehennem ile ifade edilmektedir. Ancak şunu da düşünebiliriz. Burada

/ he’nin. He’si, hüvviyyet-i mutlaka, elifi ise Ulûhiyettir ki

dönüşü zâten ona dır. İrfan ehlinin bu mertebe hakkında dediği, “bir şeyde evvelâ Hakk’ı görür sonra halkı görürüm” hükmü ile bâtınlarında Hakk’a, zâhirlerinde halk olan cehenneme gelmişlerdir ki, her şeyin bâtınını bilenin katında zâten hiçbir şey gizli değildir.

şehide aleyhim. Ayrıca beşeriyetlerinde bulunan korku fiili, daha belirgin hale geldiğinden, ve kişinin azalarının, yaptıkları bu işlerin kendilerine ait olmadığını, kontrol noktası olan zatlarına ait olduğunu bildirmek için, kendi kendilerinin doğruluğunu ve suçsuzluğunu kanıtla-

47

Page 50: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

50

mak için, üzerlerinde dünya da iken hâkim olan nefsâni akıllarına karşılık, bunları kendi istekleri ile yapmadıklarına şâhitlik ederler.

Böylece azalar, mazeret bildirdiklerinden yanmazlar, yanan o kişinin kendi içinde bulunan zannı ve hayalidir. Kendine göre bu zan ve hayal, gerçek olduğundan bir sûret kazanmıştır, işte cehennemde yanan bu zanni sûrettir, ancak sûreti hayalen halk eden birey kendine ait olan bu sûretle azap görür.

sem'uhum, Onların kulağı der ki, benimle Hakk sözünü duymak için çaba sarfetmedi, Nuh kavminin yaptığı gibi, Hakk sözünü bize duyurmamak için örttüler/kapattılar, ama kötü sözleri duymak için bizi açtılar, biz sadece dışarıdan gelen sesleri içeriye aktarmak için birer âletiz, ve bizi kötülüğe âlet ettilr.

ve ebsâruhum, onların gözleri diyecekler ki, Yarab, sen onlara bizi, seni görmeleri için verdin, bizim asli görevimiz bu idi, ancak bana hükmeden men/kim’lik, beni kendi hayalinde var ettiği şekildeki nefsi dünya yı görmek istedi, ve bizi, iki gözü öyle kullandı. Biz onun memuru o bizim âmirimiz idi, başka yapabilecek bir şeyimiz yok idi, diye şahitlik yaparlar ve af dilerler.

ve culûduhum, onların ciltleride aynı şekilde mazeret beyan ederek, bana halkedilişimin dışında işler yaptırdı, nefsinin istikametinde kullandı, halbuki ben onu Hakkani olarak sarmış/ihata etmiştim, o ise kendini benimle, nefsani bir şekilde ihata ederek sardırdı, ve o şekilde kullandı, bu yüzden ben senin huzurunda, kıyamda rükûda ve yüzümü huzurunda arzına sürüp secde edemedim, tahiyyatta oturup önünde huzurunda boyun bükemedim. O günden bende bu akıldan şikâyetçiyim diye, şâhitlik eder.

bimâ kânû yağmelûn, bir ömür boyu istemeyerek yapmış oldukları amellerinden özür dileyerek, hallerini

48

Page 51: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

51

arz ederek kendilerini kullanan men/kim’lik hakkında aleyhine şâhidlik ederler. Bunun üzerine, o kimlik’ler.

-------------------

د ا ى و ا ا ا ا

ن ة وا ول ا ء و ا

(41/21) – (Ve kâlû liculûdihim lime şehidtum aleynâ, kâlû entakanallâhullezî entaka kulle şey'in ve huve halekakum evvele merratin ve ileyhi turceûn.) (41/21) – Onlar derilerine, "Niçin aleyhimize şâhitlik ettiniz?" derler. Derileri de der ki; "Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştı ve yine yalnızca O'na döndürülüyorsunuz."

-------------------

Ve kâlû, dediler, liculûdihim, ciltlerine, onları saran muhafaza eden cilt/elbiselerine, lime şehidtum aleynâ, biz bu kadar senedir beraber idik, beraber yaşadık dostluk ettik, niye aleyhimize tanıklık yaptınız? Bunun üzerine ciltler gene dile gelip, kâlû, dediler, entakanallâhu, siz bizi susturmuş idiniz ama Allah bizi konuşturdu, çünkü bu gün sizin elinizden bizim tutsaklığımız sona erdi ve de hür olduk, bu Cenâb-ı Hakk’tan bize tanınan bir hak’tı. ellezî, o öyle kudret sahibidir ki, entaka, konuşturdu, kulle şey'in, her şeyi, biz size bunları yapmayın diye hal dili ile hep söyledik/konuştuk ama siz duymadınız. ve huve, O, halekakum, sizi halketti, size men/kim diye kimlik verdi evvele merratin, ilk sefer verdiği gibi, ve ileyhi turceûn, O na döndürüleceksiniz. Bunda hiç şüphe yoktur.

Ancak döndürülüş, kişinin zannı ve men/kimliğini

49

Page 52: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

52

hangi esmâ-i ilâhiye üzere sabitlemişse, o ismin tasarrufu altında Hakk’a döndürülecektir. Yani bir insanın ağırlıklı yaşam hali mudil ismi istikametinde ise, mudil ismi yönünden mudil sahasına döndürülecektir.

Eğer hâdi ismi cihetinden ağırlıklı bir yaşam, men/kimlik oluşturmuş ise, o ismin hazreti sahasına dön-dürülüp ahreti, hidayet isminin sahasında hangi mertebe de ise oraya döndürülecektir.

-------------------

و ن ون ا و

ن ا ا و د و ر ا

ن ا

(41/22) – (Ve mâ kuntum testetirûne en yeşhede aleykum sem'ukum ve lâ ebsârukum ve lâ culûdukum ve lâkin zanentum ennallâhe lâ yağlemu kesîran mimmâ tağmelûn.) (41/22) - "Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin, aleyhinize şâhitlik etmesinden sakınmıyordunuz. Lâkin, yaptıklarınızın çoğunu Allah'ın bilmediğini sanıyordunuz."

-------------------

Ve mâ kuntum siz olmadınız, yani hayal ve nefsi beşeriyyeden kurtulup insan olmadınız. testetirûne, bu yüzden hayal ve benlik perdesi altında saklanıyordunuz, gizlenmeye çalışıyordunuz, en yeşhede, şahitlik yapma-sından, aleykum, sizin üzerinize ve aleyhinize, sem'u-kum, kulağınız. Bilindiği gibi kulak dilin müşterisidir ve oradan içeriye beden mülküne/varlığına her türlü ses

50

Page 53: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

53

ve söz girer ve kişi buradan gelen/giren bilgileri ve sözleri ve sesleri kendi beşeriyeti ve şartlanmaları istikametinde ise onları alır ve tatbik eder.

Eğer aksi ma’nâ da ise kulak kapısından içeriye sokmaz, işte bahsedilen halde olan kişiler ise nefisleriyle yaşadıklarından, peygamberler vasıtası ile kendi varlıkla-rına tebliğ edilen, akl-ı küll’den gelen tebliğleri işlerine gelmediği için kulaklarını tıkayıp dinlemediler. Bu yüzden onların kulaklarıda bu hakikatlerden mahrum kaldığından kendilerine emâneten verilip Hakk sözlerini bu kulaklar vasıtası ile dinlemeleri lâzım geldiğinden, ancak onlar bu kulaklar ile sadece nefsani ses, söz ve sadaları dinledik-lerin den onlar üzerinde haksızlık yapmalarından dolayı o kulaklarda onların aleyhinde şahitlik yapmışlar/yapa-caklardır.

ve lâ ebsârukum, sizin gözlerinizde yok. Gerçi gözlerini açık ve var zannederler, eşyayı görürler, ama eşyanın gerçek yüzünü göremediklerinden, a’mâ hükmündedirler, işte bu yüzden, (17/72) “Bu dünyada kalbi kör olan, ahirette de kör ve daha şaşkındır.”

Bu gün Hakk’ı bu gözle bu âlemde göremeyenler yarın ahrette de göremeyecekler, ve işte bu yüzden, bu ma’nâ da. aslında gözleri yok hükmündedir.

Yegâne vasıta-i ruyet iken,

göremez kendini dide bile.

Denmiştir. Yani yegâne/tek görme vasıtamız olan gözümüz dahi her şeyi görür ancak sadece kendisini göremez. Çünkü, kendisini görmesi için karşısında bir ayna olması lâzımdır. Bu da bir’in ikiliğidir, bir ise kendini ancak (ente/sen/men/kim) olan ikide görür, bir bir oldukça kendini göremez. Sadece kendi kendinde olur, bu oluş ise kendinde olan bir oluştur, işte bu yüzden (bilinmekliğini) istemesi kendine bir ayna olması ve orada kendini seyretmesini istemesidir.

51

Page 54: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

54

Hakk, halk âleminde/aynasında isim ve sıfatlarını, Âdem aynasında ise zâtını seyretmeyi murad etmiştir. Bu yüzden Âdem/insân-ı Kâmil, âlemin göz bebeğidir, ve bu âlemde kendinden başkasını görmez bu yüzden onların hayali gözleri yoktur, her yerleri göz olmuştur.

Ehli gaflete gelince, onlar bakar körlerdir, bu yüzden gözleri yok hükmünde dir.

ve lâ culûdukum, ciltlerinizin de aleyhinizde şahitlik yapmalarından saklanıyordunuz. Bir bakıma insanın cildi/derisi bedeninin tamamını kapladığı için en büyük göz hükmündedir ve en geniş ma’nâ da dokunma ve algılama duygu sahasıdır. Bedenle ve yaşamı ile ilgili her şeyinden haberi vardır, bu yüzden şahit olduğu hadiseler çoktur, bu yüzden şahitliği daha çok sahada geçerlidir. Ve sahibide bu yüzden onun şahitliğinden korkup ondan saklanmaya çalışır ancak bu mümkün değildir nereye saklansa, oda onun üstünde olduğu için, her nerede olursa olsun onu ihbar eder, bu yüzden bedeni cildinin şahitliğinden korkup saklanır.

ve lâkin zanentum, ancak siz zannetmiştiniz. Bu sadece sizin canınızın istediği ama aslı olmayan cahilce bir zandı, bunlar biz dünyada nasıl gizledi isek ahrette de gizleriz diye zan kurarak düşünmüştünüz. Ve bu yüzden.

ennallâhe lâ yağlemu kesîran, Allah çoğunu bilmez, mimmâ tağmelûn, yaptıklarımızın, diye düşünmüştünüz. Ancak işin aslı öyle değildir. O sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da mutlaka bilir.

-------------------

NOT= Buraya kadar, yazılanlar (2015) umresi süresi içinde yazılmaya devam edilmiştir. Sonrasına da vakit bulundukça devam edilmiştir. T.B.

-------------------

52

Page 55: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

55

وذ رد ا ى ا

ا(41/23) – (Ve zâlikum zannukumullezî zanentum birabbikum erdâkum feasbahtum minel hâsirîn.)

(41/23) - "İşte bu sizin, Rabbiniz hakkında beslediğiniz zannınızdır. O, sizi mahvetti de ziyâna uğrayanlardan oldunuz."

-------------------

Ve zâlikum, işte bu size, zannukum, kendinize göre sanmıştınız/zannetmiştiniz, ellezî, öyle zanentum, bun-lar görülmez bilinmez zannetmiştiniz. Birabbikum, Rab-binize, erdâkum, helâk etti sizi feasbahtum, oldunuz, minel hâsirîn, hüsrana uğrayanlardan oldunuz.

-------------------

ا ن وا ى ر وا ن

ا

(41/24) – (Fein yasbirû fen nâru mesven lehum, ve in yestağtibû femâ hum minel muğtebîn.)

(41/24) – “Şimdi eğer dayanabilirlerse, artık cehennem onların yeridir! Eğer Allah'ın rızasını kazandıracak amelleri işlemeye izin isteseler, onlara izin verilmez.”

-------------------

Fein yasbirû, eğer dayanabilirlerse, yani kendile-rinde var olan “sabır” ismine yönelip ondan yardım isterlerse kendilerinde ki dayanma gücü artacaktır. Ancak bu kolay olmayacaktır. fen nâru, işte ateş, aslında bu ateş onların kendi götürdükleri ve kendilerinin ürettikleri nefs ateşidir. Bir yandan da “levm”

53

Page 56: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

56

pişmanlık ateşidir. mesven lehum, işte bu anlayış onların yeri olacaktır. Ve uzun seneler bu halin pişmanlık ateşi ile yanacaklardır, daha sonra hayali benlikleri azaldıkça oraya uyum sağlamaya başlayacaklar ve artık orası onların mizaçlarına uygun bir yer olacaktır.

Çünkü cehennemde bir oturulacak yerdir ve bir yerde oturan o yerin hükmü ile korunma altındadır. Dünyada bile, “semendel” isminde, yanar dağların lâv ağızlarında yaşayan varlıklar vardır. Ayrıca ateşte yanmayan malzeme de üretilmiştir.

Ancak dışarıdan bakanlar için orası gene bakanların idraklerinde, bilgileri itibari ile nasıl bir yer ise, onlar için onlara gene öyle görünecektir.

Ve in yestağtibû, Ancak onlar oradan tekrar eski hallerine dönmek isterlerse, femâ hum minel muğtebîn, o hallerinden geriye döndürülmezler. Çünkü kendileri hakkında İlâh-i hüküm yeni bir program uygulamasına başlamıştır, yaşamda ise geriye dönüş yoktur, o halde onların bu istekleri ilâhi sistem içinde zâten mümkün değildir. Bu yüzden geriye döndürül-mezler. Yapacakları şey yukarıda bahsedildiği gibi. Fein yasbirû, eğer dayanabilirlerse, dir. Ve bu hallerine sabır etmelerinden başka yapacak bir şeyleri yoktur. Bu ve benzeri İlâh-i ikazlara daha bu günden kulak açmamız gerekir ki, onların bu durumuna bizlerde düşmeyelim. İşte bu ve benzeri İlâh-i ikazlar bizler için daha şimdiden şefaat-ı İlâhiye ve “nezir” olarak şefeat-i peygamberiyye dir.

-------------------

ء و و ا ا

ا ل ا و

54

Page 57: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

57

ا ا وا ا

(41/25) – Ve kayyadnâ lehum kuranâe fezeyyenû lehum mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum ve hakka aleyhimul kavlu fî umemin kad halet min kablihim minel cinn’i vel ins’i, innehum kânû hâsirîn.

(41/25) – Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık da bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve geleceklerini süslü gösterdiler. Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan cin ve insan toplulukları ile ilgili o söz (azap), onlar için de gerçekleşti. Çünkü onlar ziyana uğrayanlardı. -------------------

Ve kayyadnâ lehum, Bu âyet-i kerîme de görüldüğü gibi açık olarak (nâ) biz diye ifade ederek fâil’in (Biz) ifadesi ile Hakk olan kendi olduğunu açık olarak bildir-mektedir.

Lehum, “onlar için” demek sureti ile de onların kimliklerini kabul ettiğini göstermektedir. Ayrıca bu ifade ile hadisenin zamanının mazi/geçmişi ve halide içine aldığını görüyoruz.

Biz onların başına birtakım arkadaşlar sardık.

Demek sureti ile ne kadar açık olarak hayatın içinde olduğunu “hum” olarak “onlar”ı muhatap aldığını ap açık olarak belirtmektedir. Ancak bunları anlayabilmesi için, kişinin mutlak irfân-i tevhid ehli olması lâzımdır. Tenzih ağırlıklı yaşayan kimselerin bu anlatılanları anlaması biraz zor olur. Tabî bu husus bizim işimiz değil kişilerin kendi halleridir.

“hum/onlar” olarak bildirilen kimselerin, aslında hakikat-i İlâhiyyeden Nur-u Muhamediyye’den haberi olmayan kimseler olduğu ve bunların nefislerinin hükmü altında yaşayan kimseler olduğu anlaşılmaktadır.

55

Page 58: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

58

Kuranâe, işte bahsedilen “hum/onlar” a gene kendileri gibi ve onlara muhabbet duyacakları (karin/yakın) kimseleri arkadaş olarak verdik ki ısrarla yaşadıkları bu hallerinden dışarı çıkamasınlar.

Eğer bir kimsenin karini/yakını kendi düşündüğü hayat anlayışı üzere ise bulunduğu yerden tasdik görmüş ve güç almış olduğundan, bu halin dışına çıkmasına çok büyük bir manidir. Kişiyi bulunduğu kötü halde kalmasına sebeb olan karin/yakın arkadaş, arkadaş değil adeta kişinin yanında dost gözüken gizli düşmanıdır.

İşte Cenâb-ı Hakk onlara inkârları yüzünden onları bulundukları halde kalmalarını güçlendirici yakın arka-daşlar gönderir yani onları onlara sevdirir. Ancak bu sevgi Hakk üzere olmayıp nefs asıllı olduklarından devam etmesi mümkün değildir. Gerçek meydana çıkınca karin/çok yakın olanlar daha sonra akıbetleri yüzünden can düşmanları olurlar.

fezeyyenû lehum, mâ beyne eydîhim ve mâ halfehum bu arkadaşlar onlara geçmişlerini ve gelecek-lerini süslü gösterdiler.

Ve onlara geçici hayatlarında yaptıkları nefsi emmâ-renin halleri ile yaşamalarını ve gelecekte de böyle güzellikler ile yaşayacaklarını telkin ettiler, onlarada bu geçici yaşantı ve nefsin hayvanlık mertebesinden, kontrolsuz aldıkları yasak lezzetleri, kendilerine hak’mış gibi gösterip onlarında kendileri gibi yaşamalarına sebeb oldular.

ve hakka aleyhimul kavlu. Dikkat edersek buradaki ifade değişmekte ve bahsedilen kişilerin halleri bir başka mertebe “rububiyyet” ten tarif edilmektedir.

o söz (azap), onlar için de gerçekleşti.

Bunların benzerleri daha evvelki kavimlerden de çıktığı için bu hüküm onlar içinde kıyas Hak oldu.

56

Page 59: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

59

fî umemin kad halet min kablihim,

Böylece kendilerinden önce gelip geçmiş olan

Bu yaşantı ve onların hallerini daha evvelde benzer şekilde yaşayanlar var idi, bunlar.

minel cinni vel ins, cin ve insan toplulukları ile ilgili,

Görüldüğü gibi insan ve cin topluluklarının bazı benzer davranışları olduğu anlaşılmaktadır, bunlar ise esmâ-ül hüsnâ’nın Celâli ve mudil isimlerini kendi nefislerine mâl ederek nefisleri istikametinde kullanmaları yönündendir.

innehum kânû hâsirîn, Çünkü onlar ziyana uğra-yanlardı. Belirtildiği gibi. Onlar kendilerinde bulunan, nefsi nefisleri üzerine, hayat anlayışlarını kurup, ilâhi nefsin hükümlerine uymadıklarından, ebedi ziyana oğrayanlardan oldular.

-------------------

ل و ا ن وا ا ا ا ا وا ا

ن (41/26) – (Ve kâlellezîne keferû lâ tesmeû lihâzel kur'âni velğav fîhi leallekum tağlibûn.)

(41/26) - İnkâr edenler dediler ki: "Bu Kur'an'ı dinlemeyin. Baskın çıkmak için o okunurken yaygara koparın."

-------------------

Ve kâlellezîne, “bazı kimseler dediler ki,” bu ifade den ayet-i kerime’nin bu bölümünün, rububiyyet metre-besinden bir tarif ve anlatış olduğu anlaşılmaktadır. Bahsedilen kimselerin özellikleri hakkında, onlara benzememek için, bilgi verilmektedir. Keferû, o kişiler kâfir olan kimselerdir. Lügatlarda kâfir kelimesi şöyle geçmektedir.

57

Page 60: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

60

Kâfir: lügatta; 1. Hakk'ı tanımayan, bilmeyen, 2. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. Küfreden, küfredici. 4. İyilik bilmeyen, nankör.

Kâfir: lügatta; “örten, inkâr eden, gizleyen ve çiftçi” ma’nâsınadır.

Kâfir: Tasavvuf anlayışında da iki türlüdür. Biri küfrü bâtıl diğeri, küfrü Hakk’tır. Bu hususta şöyle denmiştir.

Küfrü bâtıl mutlak Hakk’ı örtmüştür, Küfrü Hakk kendini Hakk ile örtmüştür.

Küfrü bâtıl ile Hakk’ı örtenler. Hakk sözünü dinleme yolunda meyli olanlara lâ tesmeû, “dinlemeyiniz” lihâzel kur'âni, "Bu Kur'an'ı” derler, bilindiği gibi “Kur’an” zat’tır. Ve ifadeleride zâti’dir. Nefsi benlikleri kuvvetli olanların benliklerini yok eder. Bu yüzden ehli bâtıl onu dinlemez ve dinletmekte istemez. Ve bu yolda her türlü hile ve düzeni kurarlar. velğav fîhi, “o okunurken yaygara koparın." leallekum tağlibûn, “umulur ki, onun dinlenmesine mani olursunuz.

Bu âlemde bundan daha büyük bir cehalet ve Hakk’a karşı ihanet ve kendine karşı cinayet olamaz. Nasıl bir anlayış ise, kendisine kendinden “ruh” üflemiş ve hayat vermiş, ve kendi aslı olan, bir yere karşı bu düşmanlık, inkâr ve kendi kendine ihanet, nasıl bir şeydir, ve karşılığında ne kazanılacaktır, anlaşılması mümkün değildir. Yukarıda ki âyet’i kerime de bahsedildiği gibi.

Çünkü onlar (bu anlayışları ve davranışları yüzünden) ziyana uğrayanlardı.

-------------------

ا ا ا و ا وا ا

ن ا ى ا(41/27) – (Felenuzîkannellezîne keferû azâben

58

Page 61: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

61

şedîden ve lenecziyennehum esveellezî kânû ya’melûn.)

(41/27) – “İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.”

-------------------

Felenuzîkanne, “elbette azabı tattıracağız” görüldü-ğü gibi bu âyet’i kerime de zâti’dir. Cenâb’ı Hakk kendi lisanından kendi kitabında kendi kelâmından bu uyarıyı kendi yapmaktadır. “tattıracağız” demekki “azap” bir tadış, tadış ise bir yaşamdır, yaşam ise hayatın ta kendi-sidir. Bilindiği gibi ölüm de bir tadış’tır. İşte ehli gaflet bu âlemde nefsi tadışları yüzünden, bu tadışları, İlâhi ve ruhi tadışlarına mâni olduğundan, o sahanın farkına varamadılar ve tadışları sadece geçici ve nefsi olduğun dan, ahrette bu tadışlarından perde kalkıp o tadışların hakikatleri, kendilerine gerçek bir tadış olarak döndü-ğünden, ebedi bu inkâr tadışlarının hükmü altında kal-dıklarından. Onlar için bu tadışlar sonunun gelmesi mümkün olmayan tadışlar olarak devam edip gidecektir, bunlar daha bu günden haber verilip, ehli dalâl ve küfre meyilli olanlar uyarılmaktadır.

ellezîne keferû, bu hallere düşecek olan o kimseler-dir ki, ehli küfür/inkâr edenler ve Hakk’ı batıl ile örten-lerdir. azâben şedîden, onlara çok çetin bir azap/tadış vardır. ve lenecziyennehum, elbette onlara bunu tattıracağız. Esveellezî en kötüsü ile kânû ya’melûn yaptıklarının/amellerinin karşılığı olarak, cezalandıraca-ğız.”

---------

“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44)

---------

59

Page 62: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

62

Yukarıda belirtilen (Yunus Suresi, 44) âyeti bu hususu çok açık olarak belirtiyor. “cezalandıracağız.” Hakk’ın adaletinin yerine getirilmesidir. Bilindiği gibi ceza/karşılk, ma’nâsına dır. Kim ne yapmış ise karşılığı/ cezası odur. Cenâb-ı Hakk (adl) ismi ile her yönden adaleti sağlaması onun Ulûhiyetinin gereğidir. Bazı kim-seler kendilerindeki (nefsi safiye) ve diğer mertebeleri itibari ile nefislerini tanımadıkları ve (nefsini bilen rabb’ı nı bilir) hükmünden kendi kendilerini küfür hali ile perdelediklerinden, kendilerinde bulunan nefsi emarele-rini eğitmeyip emmâreliğinde bıraktıklarından, ve bu sebeble nefislerini ilâh edindiklerinden, şirk ehli olmuş olmaktadırlar.

Böyle nefsi emmâreleri ile, gerçek ilâh olan, Allah’u zülcelâli perdelemiş olduklarından, ona ulaşma yolunu böylece kapamış olduklarından, nefislerine ve kendi varlıklarına en büyük haksızlığı yapmış olmaktadırlar.

Bunun karşılığı olan azb/tadış ne ise onu görecekle-rinden ve bunu da Hakk’ın adl ismi yönünden görecek-lerinden bu yüzden, kendileri üzerinde adalet tahakkuk etmiş olacaktır.

“Şüphesiz Allah, insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Ancak insanlar, kendi nefislerine zulmediyorlar.” (Yunus Suresi, 44) hükmü tahakkuk etmiş Hakk yerini bulmuş olmaktadır.

-------------------

اء دار ا ر ا اء ا اء ا ذ

ون ا (41/28) – (Zâlike cezâu, a’dâillâhin nâr, lehum fîhâ dârul huld, cezâen bimâ kânû biâyâtinâ yechadûn.)

(41/28) – “İşte böyle, Allah düşmanlarının cezası ateştir. Âyetlerimizi inkâr etmelerinin cezası olarak orada onlar

60

Page 63: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

63

için ebedîlik yurdu vardır.”

-------------------

Zâlike cezâu, işte böylece cezası/karşılığı, bilindiği gibi, “ceza” karşılık demektir. Bu da adalettir yapılan fiil ne ise onun cezası/karşılığı nasıl hesab ediliyor ise odur. Azab etme, suçlu bulma değildir. Ceza olan karşılık, aynı zamanda hak edenler için mükâfat hükmündedir. Yani ceza her türlü amel ve fiilin karşılığıdır. Cennet ehli cennetle ceza’landırılır, cehennem ehli de cehennem ile cezalandırılır. Böyle karşılık bulurlar.

İşte bu yüzden, (Rahmân/55/60) “hel cezaul ihsani illel ihsan/ihsân-ın cezası/karşılığı ihsan değilmidir.?” (61) “Hadi bakalım Rabbinizin hangi nimetlerine yalan dersiniz.”?

Ancak genelde “ceza” bir suça karşı yapılan uygulama halinde anlaşılmaktadır. Hakikatte ise ceza, sadece karşılık demektir. İyi işlerin karşılığıda o yönden cezadır, kötü işlerin karşılığı da, gene karşılık olarak cezadır. Ancak bunların biri istenmeyen karşılık diğeri ise istenen karşılıktır. İşte bu yüzden “cezâu,” cezası, karşılığı.

a’dâ, illâhin nâr, Allah düşmanlarının, cezası, karşılığı. Ateştir. Aslında bu ateş ise nefislerinin ihtiras ateşidir ve kaynakları kendileridir. Allah’ın düşmanı olmak mümkün değildir, kişiler farkında olmadan, kendi-leri kendilerini müstakil bir varlık zannederler, ve kendilerine rakip tanımazlar, bu yüzden kendilerine rakip gibi gördükleri ve kendilerine belirli işleri teklif eden İlâh-i varlığı inkâr ederler, ve düşman görürler.

Halbuki o İlâh-i varlık aynı zamanda kendilerinden başkası değildir. Aslında bu inkârları ile kendi kendilerini inkâr etmiş olduklarından, kendilerinde bulunan hazineleride kabul etmemiş olmaktadırlar. Ölüm tadışı ile gözlerinden bu âlem ve nefsi emmâre benlik perdesi

61

Page 64: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

64

kalkınca nasıl bir yanılgı ve aslını inkâr etmiş oldukları kendilerince anlaşılmış olur, ancak iş işten geçmiş olduğundan bunun dönüşü yoktur.

lehum fîhâ, onlara orada, dünyada ki o inatlarından dolayı, dârul huld, ebedilik yurdu vardır. Ahret hayatı neresinde olursa olsun ebedidir. Ancak bu ebedilik, Allah-ın ebed ve ezeli gibi değildir. Zuhur haline göre ebedîdir. Yani yaşadığımız bu dünya süresine kıyasen adeta ebediyet kadar uzundur. Allah’ın ebediyetliği ile kıyas yapılamaz. Bu kulluğun zuhur haline göre, başka bir ebediyettir.

Âyet-i Kerime’de buraya kadar gelen ifade rahmaniy yet yönünden gelen izah, bildiri ve ikazdır.

Âyet-i kerîme’nin son bölümü ise Zâti’dir. Yani cenâb-ı Hakk kendi lisanından bu bölümü bildirmektedir.

Yapmış oldukları bu kadir kıymet bilmezliklerinden dolayı onlara, Cezâen ceza/karşılık olarak, bütün bunlar, bimâ, öyle bir şey ki, kânû, idiler, biâyâtinâ, âyetleri-mizi, yechadûn, inadına inkâr ediyorlar idi. Bu yüzden kendi hükümlerini kendileri vermiş olduklarından orada o yerin şartlarına göre yapacak başka bir şeyleride yoktur. Dünyada muhtar ve irade sahibi olan kimse hayatını değiştirme imkânına sahiptir.

Ancak ahirete intikâl etmiş olan kimselerin, oradaki yaşantıları, bu dünya yaşantıları itibariyle, yaşadıkları yaşam tarzlarının ahretin hangi haline karşılık geliyorsa orada yaşayacakları kesindir, ve orada artık değişiklik olmaz, Ancak kişi imân ehli olupta günahları fazla ise, bunların karşılığı kadar cehennemde yatar, üzerindeki bu günah kirleri ateşte süresi kadar kalınca, yanar biter ve hafifler lâtifleşir, daha sonra o kişi oradan çıkarılıp, kendi haline uygun başka bir mekâna aktarılır daha sonraki hayatına orada devam eder.

-------------------

62

Page 65: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

65

ا ا ا ر ا وا ر ل ا و

ا ا ا وا (41/29) – (Ve kâlellezîne keferû rabbenâ erinellezeyni edallânâ minel cinni vel insi nec'alhumâ tahte akdâminâ liyekûnâ minel esfelîn.)

(41/29) – (Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: "Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar."

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyet’i kerime de Rahmaniyyet sıfat mertebesinden tarif üzere bildirilmektedir.

Ve kâlellezîne keferû, hakk’ı örten ehli küfür şöyle derler. Buradan anlaşıldığına göre cehenneme giren cehennem ehli oraya bir müddet alıştıktan sonra hallerini değerlendirmeye ve biz bu hale nasıl düştük diye düşün-meye başlarlar, ve genede suçu kendilerinde aramazlar. Ve Rabbenâ, daha evvelce inkâr etmiş oldukları Rabb’larından kaçış olmadığını anlayınca, onu çaresiz olarak kabullenip, ey bizim Rabb’imiz, erinâ, bize göster, demek sureti ilede, açık bir suçlu arama yoluna giderler. Onları görmek isterler. Ellezeyni, o ikiyi, edallânâ, bizi saptırdılar/dalâlette bıraktılar, minel cinni vel insi, cinlerden, insanlardan, nec'alhumâ, kılalım o ikiyi, dalâlete düşmemize sebeb oldukları için tahte akdâminâ, ayaklarımızın altında, liyekûnâ, olsunlar, minel esfelîn, bizlerden de daha aşağıda en aşağılıklardan. Olsunlar.

-------------------

ا ر ن ا ا ل ا ا ا

63

Page 66: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

66

ا وا ا وا ا و ا ا

ون

(41/30) – (İnnellezîne kâlû rabbunallâhu summestekâmû tetenezzelu aleyhimul melâiketu ellâ tehâfû ve lâ tahzenû ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn.)

(41/30) - Şüphesiz "Rabbimiz Allah'tır" deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: "Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) va'dedilmekte olan cennetle sevinin!"

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyet’i kerime de Rahmaniyyet sıfat mertebesinden tarif üzere bildirilmektedir.

İnnellezîne kâlû, o kimselerki dünya hayatlarında yaşadıkları süre içerisinde kendilerinde hâkim olan bir anlayış ve irfaniyet ile, muhakkak dediler. Kavi ve güçlü bir anlayışla, Rabbunallâhu, Rabb’ımız Allah’tır dediler. Görüldüğü gibi burada “dediler” hükmü ile çoğuldan bahsedilmektedir. Hâl böyle olunca bu hükmün altına birçok mertebede cennet ehli namzeti olanlar girmekte dir. Bu hitabın, bu hitaba muhatap olan kimselere ölüm hallerinde, müjde olarak veya daha henüz cennete girmediklerinden evvel, gene müjde olarak kendilerine bildirildiği anlaşılmaktadır.

Rabb’ımız Allah’tır, diyen birçok imân ehli guruplar vardır, bunların da Rabb anlayışları değişiktir. Ancak irfan ehlinin bu anlayışı Rabb’ul erbab olan gerçek îkân hakikatiyle anladıkları “Allah” (c.c) hü’dür. Bunlarda kendilerinde bütün esmâ-i İlâhiyeyi cem etmişler ve hepsininde gerektiğinde hakkını vermiş olanlardır.

Summestekâmû, sonra bu anlayış üzerine evvelâ

64

Page 67: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

67

sırat-ı müstakim, daha sonra sıratullah üzerinde, ve gerçek irfaniyetleri ile yol almış ve miraca doğru yükselme kaydetmişlerdir. Bu yükselme kaydedenlere,

tetenezzelu aleyhimul melâiketu, onların üzerine akın akın melekler iner.

Bir evvelki âyette belirtildiği gibi, kendilerine uyanları esfeli safiline çeken cinler, onlara uyan insanların nasıl cehennem ehli olduğu belirtilmiş ve oraya çekilmişler ise burada da, Rabb’ımız Allah’tır, diyenlerin dostlarının da gök ehli olan melâike-i kiram’ın karşılamaları vardır.

ellâ tehâfû, dünya hayatında hep Hakk üzere ve Hakk ile olduğunuzdan sakın hâ korkmayın. ve lâ tah-zenû, yapmış olduğunuz sâlih amellerin ve muhabbet-i İlâhiyyenizin boşa gideceğinden mahzun da olmayın. ve ebşirû bil cenneti, onlara, her mertebede olan cennet namzetlerine, bulundukları halleri itibariyle gaybi iman özelliklerinden dolayı, cennet ile müjdelenirler. Bunlar arasında olan ârifler ise zat cenneti ile müjdelenirler. Aslında daha onlar burada gönül cennetine girmişlerdir.

tilletî kuntum tûadûn, zâten daha evvelce bunlarla vadolunmuşlardı. Bu vaadleri bulacaksınız diye kendileri-ne melekler terafından, müjdeler verilir.

-------------------

ة و ا و ة ا ا ؤ و ا

ن و ا

ر ر

(41/31) – (Nahnu evliyâukum fil hayâtid dunyâ ve fil âhırah, ve lekum fîhâ mâ teştehî enfusukum ve lekum

65

Page 68: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

68

fîhâ mâ teddeûn.)

(41/32) – (Nuzulen min ğafûrir rahîm.) (41/31-32) "Biz dünya hayatında da âhirette de sizin dostlarınızız. Çok bağışlayan ve çok merhametli olan Allah'tan bir ağırlama olarak, orada canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var." -------------------

Görüldüğü gibi bu âyeti kerime de melekût mertebe-sinden, meleklerin dilinden ifade edilmektedir,

Nahnu evliyâukum, aramızda olan muhabbet ve aynı yere bağlılığımız yüzünden biz sizin dostlarınızız, fil hayâtid dunyâ ve fil âhırah, dünya hayatında da ahret haytında da, derler. ve lekum fîhâ, orada sizler için mâ teştehî enfusukum, nefislerinizin çektiği, iştahlandığı, ve lekum fîhâ mâ teddeûn, gene orada sizler için istediğiniz herşey vardır.

Nuzulen min ğafûrir rahîm. Ehli zahir mü’min’lerin günahlarını örterek, merhamet edenin. İrfan ehli âriflerin ise zatlarını zatıyla sıfatlarını sıfatlarıyla isimlerini isimleri ile fiillerini kendi fiilleri ile örten, rahim ismi ile özel bir halde bulunduran, ve bu hallerle Nuzulen bir indirme konaklama yeridir.

-------------------

ل و و ا ا د ا و

ا ا

(41/33) – (Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilallâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn.)

(41/33) – “Allah'a çağıran, salih amel işleyen ve "Kuşkusuz ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir”?

66

Page 69: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

69

-------------------

Ve men ahsenu kavlen, söz cihetinden kim/hangisi daha güzeldir.? Bilindiği gibi söz bir kelimedir ve kişiler kendilerini ve hallerini bunlarla birbirlerine aktarırlar. Bu sözlerinde birçok türleri vardır genelde hayal ve vehme dayanırlar, bunların bir kısmıda dünya sözleri ve dünya için kullanılır. Bunların çoğu burada kalan sözlerdir. Söz ona denirki sahibi gibi ebedi hayatlı olmalıdır. Yani söz canlı olmalı, muhatabına da can vermelidir. Ancak canlıdan canlı söz çıkar ve karşıya da can aktrır. İşte bu kavl/sözler en güzel sözlerdir, ve “hay” hayat sahibi olan Hakk’a ulaştırır. mimmen deâ ilallâhi, o kimseden ki, Allah’a çağıran. Bu sözlerinde en güzelleri gaflet uykusun da olan canları uyandırıp, Allah’a ulaştırmak için, irfan ehlinin kullandığı, gönül âleminden gelen sözleridir, ve amile sâlihan, ve sâlih amel işledi. Yani bu hale erebilmek için daha baştan, bütün ömrü boyunca sâlih amel işledi. Bilindiği gibi “ameli sâlih/ma’nâsı Hakk’tan, tatbiki kuldan” olan ilâh-i amel/iştir. Bunun da en güzeli Hakk’ın zâtına ulaşmadaki ameller/çalışmalardır ki bu da irfaniyettir. İşte bu yüzden.

ve kâle innenî minel muslimîn, ve muhakkak ben Müslümanlardanım dedi. Bütün bunları yapılabilinmesi için, kişinin mutlak ma’nâ da, ilmi ve ameli ile tam bir irfan ehli müslüman olarak, hayatını sürdümesi lâzım gelmektedir. Eğer sadece Allah’a çağırması ilmi yönden ise o çağırma, sadece ilimde kalır. Eğer çağırma/ daveti zahiri ameller hakkında ise, sevap kazanır. Eğer çağırma/ daveti irfaniyetle Hakk’ın zâtına ise oda hem kendini hem Rabb’ını kazanır, yani zat ehli olur, işte bundan yani Hakk’ın zâtına olan davetten daha ahsenu kavlen, güzel söz yoktur.

-------------------

67

Page 70: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

70

و ا ى ا و د ا

و اوة و ى ذا ا ا (41/34) – (Ve lâ testevil hasenetu ve les seyyietü, idfa’ billetî hiye ahsenu feizellezî beyneke ve beynehû adâvetun keennehû veliyyun hamîm.)

(41/34) – “İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.”

-------------------

Ve lâ testevil hasenetu ve les seyyietü, “İyilikle kötülük bir olmaz.” Bu âyeti kerime’nin genelde beşeri Arapça karşılığı budur. Ve dosdoğrudur. Ancak Rabb’ça karşılığı yönünden üzerinde biraz durmamız lâzım gelecektir. Ancak bu husus “iş’âri/indi”dir genel değildir, dileyen ilâve bir bilgi olarak kabul eder. dileyen etmez, ayrı konudur. Şimdi bu hususu açmaya çalışalım. Âyeti kerimede açık olarak belirtildiği gibi. Ancak başka bir idrakle baktığımızda şöyle bir yorum yapmamız gerekecektir. Evvelâ (حسنھ ) “hasene” kelimsinin lügat ma’nâ’sına ve sayı değerlerine bakalım. Hasene (A.) [حسنھ] güzel, iyi. Lügat ma’nâ’sıdır.

Sayı değerlerine gelince, “Ha” (8) “sin” (60) “nun” (50) “he” ise (5) tir. Toplarsak, (8+60+50+5=123) tür. Ayrıca, tek sayılar olarak toplarsak, (8+6+5+5=24) tür. Ayrıca, (1+2+3=6) dır. Ayrıca, (24) (2+4=6) Ayrıca, (6+6=12) Çıkan sayı değerleri. (123) (24) (6) (6) (12) Şimdi bu sayıları bulduktan sonra, onları değerlen-dirmeye çalışalım. Bunlardan daha başka birçok sayılar elde edilir ama fazla vaktinizi almamak için bukadarla

68

Page 71: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

71

yetinelim.

Başta bulduğumuz (123) (1,2,3) ve arkasından gelen (24) sayıların güzelliğinin devamlılık ve sonsuzluğunu ifade etmektedir, sıra dizilişleri çok manidardır. ayrıca başta bulunan (1) Vahidiyet mertebesi birliği içinde sonsuzluğu, (23) ise bu sonsuzluk âlemini ve hakikatle-rini Peygamber efendimizin hayatının dünya bölümün de yaşadığı ve oradan bütün âleme ilân ettiği son (23) senesini ifade etmektedir. Ayrıca Arapça alfebede (mim/ yani mim-i Muhammed-i) (24) üncü sıradadır. Ayrıca tertip sırasına göre (24) üncü sûre (nur) sûresi dir. Ayrıca nüzül/iniş sırasına göre, (24) üncü sûre, (abese) sûresi dir. (24)’e (1)’i ilâve edersek, (124) olur,

(124) ise evvelâ belirtildiğine göre, bu âleme gelmiş ve gelecek olan (124) bin peygamber ve veli olacağı bildirilmiştir.

İki adet (6) (6) lar ise, zâhir ve bâtın bu âlemde bulunan (6) cihet/yön, “ön, arka, sağ, sol, üst ve alt, merteblerini ifade etmektedir.

Ayrıca (12) ise, Yûsuf sûresi, tertipte (12) nci sıradadır, bu sûrenin nüzül/iniş sırası ise (53) tür bu da bellidir.

Genel olarak bu tesbitleri yaptıktan sonra biraz daha öze girerek bu bilgileri neden verdiğimize özetle bakalım.

Yukarıda bulduğumuz, (حسنھ ) “hasene” güzel, iyi. Kelimesinin asli sayı değerleri ile (8+6+5+5=24) olduğunu görmüştük. Bu sayı değeri ise, (mim-i Muhammediyi, nûr sûresini, ve abese sûresini (1) ilâvesi ile (124) bin veli ve Peygamberi, işaret etmektedir.

İşte yukarıda çıkan sayıda (23) senelik süre içinde hep bu (24) ün güzelliğini anlatmıştır. Bu âlemlerin oluşumunun ana kaynağı “muhabbet/hubbiyyet, güzellik/ hasen, İrfaniyyet/ilim, medih/hamd’dır.

69

Page 72: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

72

Yukarıda belirtildiği gibi tertip sırasına göre (24) üncü

sûre (nur) sûresi dir, ve âlemin nur güzelliği içinde oldu-ğunu ve bu nur güzelliğnin içinde her hangi bir kötülük/ seyyi’e nin olamıyacağını açık olarak bildirmektedir.

Ayrıca nüzül/iniş sırasına göre, (24) üncü sûre, (abese) sûresi dir. Bilindiği gibi Efendimiz kendisine soru sormak isteyen a’ma ibni mektum’a, o anda başka kimseler ile meşgul olduğundan, biraz ilgisiz kalarak başını ona çevirmemiştir. İşte bu yüzden bahsedilen sırada olan (24) (Abese ve tevellâ/yüzünü ekşitti ve geri döndü) âyet-i kerimesiyle, Efendimiz (s.a.v.) bu davranış ve anlayışın yanlıştır diye ikaz geldi.

Ayrıca hadisi şerifte, “Allah-u Cemilün yuhubbul cemâl” “Allah güzeldir güzeli sever. Buyurulmuştur. Bu âlemin, “Lâ mevcude illâllah” hükmü ile bütün zerrelerinde Allah’ın Cemâlinin değişik mertebelerden zuhur eden güzellikleri ise, o zaman bu âlem baştan aşağı güzellikler zuhurudur.

Bu âlemlerin oluşumunun ana kaynağı “muhabbet/ hubbiyyet, güzellik/hasen, İrfaniyyet/ilim, medih/ hamd’ dır. İşte bu yüzden

Ve lâ, yoktur/değildir, testevil, müsavi/eşit. Hase-netu, güzellik/iyilik.

İşte bu yüzden bu âlemde “Allah’ın güzelliğine eşit/müsavi bir güzellik yoktur.

ve lâ/lesseyyietü, “seyyi-e/kötülük’te, asılda yoktur.

Bunlar zuhur da olan mahlûk ve nefsi emmâre yaşantısı içinde yaşayanlar içindir. Hakk’tan uzaklaşılınca da kötülük diye ifade edilen davranışlar ortaya çıktığın dan, söz konusu olmaktadırlar. Bunlar ise mahlûk olarak yaşayanların değerlendirmeleridir.

70

Page 73: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

73

idfa’ “def’et/uzaklaştır” billetî, “öyle bir şeyle ki,” hiye, “0” ahsenu, “en güzeli/iyisi” dir.

Yukarıda anlatılmaya çalışılan güzelliklerle, senin karşına çıkan, kendince sana kötülük yapmaya çalışan kimselere, sen böyle bu güzellikleri anlatmaya çalışki, o da kendinde ve bu âlemdeki güzellikleri görüp, hayata bakışını değiştirsin, ve daha sonra artık bu âlemde kötülükten bahsetmesin, ve kötülüğünde zâhiri güzelliğin de, göreceli bir anlayış olduğunu anlasın.

feizellezî beyneke ve beynehû adâvetun. Bazı fikir anlaşmazlıklardan dolayı, “seninle arasında düşman-lık bulunan kimse. Bu güzel anlatım ve izahlardan sonra, birde bakmışsın ki.

keennehû veliyyun hamîm, . “sanki sıcak bir dost oluvermiştir.” İşte bir kimse de içinde bulunan ayrılıkçı güç, nefsi emmâre ve avanesini ber taraf ederse, ve yukarıda bahsedilen şekilde, hayata bakmaya ve yaşamaya çalışırsa, Allahla kendi arasında düşmanlık yapmaya kalkan, nefsi emmê ve güçlerini, ortadan kaldırdığında, Allah veli ismiyle onun velisi, ve oda kendinde bulunan veli ismi ile Allah’ın velisi, yani dostu olmuş olur. Böylece Rabb’i ile kendi arasında, “sıcak bir dostluk oluvermiştir.” Ve kulluğu kalkan o mahal Hakk ile Hakk oluvermiştir. Bu halde olana da halk arsında veli denmiştir.

---------

Âyet-i kerimeyi birde zâhiri yönden madde değerleri içinden değerlendirmeye çalışalım. Hani derlerye.

Kötülüğe kötülükle karşılık vermek (her) kişinin işi ama kötülüğe iyilikle karşılık vermek (er) kişinin işidir.

Kötülüğe, kötülükle cevap vermek, nefsi emmâre halinde olan kişilerin işidir, böyle yapılınca karşı taraf daha büyük bir kötülük ile mukabele edecektir, bu

71

Page 74: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

74

davranışlar giderek büyüyecek, ve içinden çıkılmaz bir hal, ve dönüşü olmayan bir yol olacaktır. İşte bu şekilde herhangi bir sûretle, kötülüğe oğramış olan bir kimse, o anda o kızgınlık halinde, genelde nefsinin hükmü altında olacağından, doğru kararlar alamaz ve meseleyi daha da çok zora sokmuş olabilir.

Bu yüzden “etteenni minerrahmâni” diyerek kendine hâkim olmaya çalışması ve üzerinden bu kızgınlık hali geçtikten sonra, aklı başında olarak kendisine karşı haksızlık etmiş olan kimseyle, daha sakin ve aklı başında olarak görüşme yollarını araması, ve bu suretlede halini ona anlatması, eğer yanlış bir anlayış varsa, onu akıl yoluyla düzeltmesi, her iki taraf içinde en güzel davranış biçimi olcaktır. İşte böyle iyi niyetli ve hoş görülü davranışlar içinde, meseleyi halletmenin sonunda bu güzel davranışlardan dolayı, o birbirine düşman olan hasımlar, daha sonra adeta hısım olmuş gibi, birbirlerinin dostu velisi arkadaşı olabilirler.

-------------------

و ذو ا وا و ا ا

(41/35) – (Ve mâ yulekkâhâ illellezîne saberû, ve mâ yulekkâhâ illâ zû hazzın azîm.)

(41/35) – “Bu güzel davranışa ancak sabredenler kavuşturulur. Buna ancak (hayırdan ve olgunluktan) büyük payı olanlar kavuşturulur.”

-------------------

Ve mâ yulekkâhâ, yukarıda bahsedilen, zâhiren kötülüğe karşı iyilik yapılmasına, ve bâtınen bu hususun irfaniyyet yolu ile anlaşılmasına, kimse ulaşamaz. İllellezîne, ancak şu kimseler ki, saberû, ancak, Hakk hakikat ve irfaniyyet üzere hayatlarını sürdürürlerken

72

Page 75: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

75

karşılarına çıkan her türlü zorlukları zâhir bâtın varlıkların da bulunan Hakk’ın “sabur” isminin gayreti ve hakikatiyle sabredenler mulâki/olur/ulaşır. Çünkü (2/153) “Allah (c.c.) sabredenlerle beraberdir.” Aslında Allah (c.c.) herkesle beraberdir, ancak bilen ayn, bilmeyen gayr’dır. Yani bunu bilen onun aynı veya aynası, bilmeyen ise gaflette olduğundan bu hakikatin gayrısı, ve ayrısı’dır. Bunlar nefisleriyle perdelenmiş, “hicab-ı zulmani/karanlık perdeler” arkasında kalmış olanlardır.

ve mâ yulekkâhâ, gene bu halin gerçeğine Mülâki/telâkki, idrak etmeye ulaştırılmaz. İllâ, ancak şu kimseler ulaştırılır, onlarda, zû hazzın azîm, çok büyük “haz” sahibidirler. “haz” sevinç ve huzur istikametinde bir duygudur. Bu da iki türlüdür, “Hazzı beşeri/nefsi” ve “hazzı irfani/ilâh-i”dir.

“Hazzı beşeri” nefse, nefis yönünden gelen geçici nefsi hazlardır, bunlar ancak tadıldığı anda nefs-î bir tat alınır, fakat hemen sonunda pişmanlık sıkıntısı başlar. Ve kişiyi zulmete karanlığa götürür, hele farkında olmadan alışkanlığa sebeb olursa dünyası da ahiretide tehlikeye düşer.

“Hazzı irfani/ilâh-i” ise irfaniyyet ve ilim yönünden kişinin kendisini tanıdıktan sonra hayata bakışındaki, hayat anlayışındaki haz, ve bundan duyduğu huzurdur. Bu haz ise kişinin irfaniyyet eğitimi ile kendinde bulduğu Rabb-ı hası, ve oradan Rabb-ul erbaba ulaşması ile, oluşan yaşamını “me a Allah” “Allah ile beraber” yaşama bilincine ulaştırmış olduğundan, zâhiren beşeriyeti ile, bâtınen ise Rabb-ı ile yaşayan kimsenin hali, hazzın azîm, yüce sevinç ve huzurdur.

İşte bunların/böyle yaşayanların tarifi, “zû hazzın azîm,” dir, gerçekten hayatlarını Rabları ile olma bilincin de yaşıyor olduklarından aslında onların hazzı Rablarının hazzıdır ki, buda o kimselerin “merdıyye” yani kendilerin den “razı olunmuş” olan kimselerdir. İşte bu yüzden bu

73

Page 76: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

76

hazzı “hazm” etmek ve oraya ulaşmak gerçekten büyük bir iştir ki, taşıması da yaşaması da “azîm” dir. Yani bu hali taşımak ve yaşamak, hem çok yüce ve hemde oldukça zordur.

-------------------

ا غ ن ا وا

ا ا (41/36) – (Ve immâ yenzeğanneke mineş şeytâni nezğun festeız billâh, innehû huves semîul alîm.) (41/36) – “Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

-------------------

Ve immâ yenzeğanneke, ama bütün bunlardan sonra seni bunlar hakkında kesin şüpheye, acabaya dü-şürecek, mineş şeytâni nezğun, şeytandan bir dürtü, fitne bozgunculuk ve intikam duygusu gelirse, festeız billâh, Allah’a sığın. Çünkü şeytan hertürlü halde kişinin işlerine karışmayı, kendine görev zanneder. Zâten işi bozgunculuktur. Kurtulmanın yolu Allah’ın zâtına sığınmaktır ve hep uyanık olmaktır. Çünkü onun insanları doğru yollarından çıkarmak için ahdi vardır. O nu da yerine getirmeyi her zaman denemektedir. Kim nereye gelirse gelsin oradan kayma ihtimali vardır işte bu yüzden hep uyanık olmak lâzımdır. Çünkü onun insan lara birçok tesir yönleri vardır.

İnnehû, muhakkak ki, O, huve, hüvviyyeti ve hakikat-i ile O’dur, semîul, semi esması yönünden duyucu, ve alîm, esması yönünden bilicidir. Aslında duyması ve bilmesi bu âlemin bütün fertlerinde mevcud ve mülkünde de baki olduğundandır.

74

Page 77: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

77

-------------------

وا وا ر وا وا ا ا و

وا و ن ا ى ا وا

ون ه ا(41/37) – (Ve min âyâtihil leylu ven nehâru veş şemsu vel kamer, lâ tescudû lişşemsi ve lâ lilkameri vescudû lillâhillezî halekahunne in kuntum iyyâhu ta’budûn. (37. ayet, secde ayetidir.)

(41/37) – “Gece, gündüz, güneş ve ay Allah'ın varlığının delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer gerçekten Allah'a kulluk ediyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin.”

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerime’de tarif âyetlerinden dir, yani sıfat mertebesinden hakk’ı anlatmaktadır. Ve min âyâtihi, “âyetlerinden,” bilindiği gibi âyet işaret demektir, bir şeye dikkat çekip onu hakikat-i üzere idrak etmeye yarayan anlatım biçimi demektir. Kur’an âyetleri ise, zât-ı işaret eden ve anlatan, ve bu şekilde kadiri mutlak hakkında tanıtıcı bilgi ve açıklayıcı konuları, gözlere ve oradan idraklere, oradan gönle, aktarmak-tadır. Ancak bunlardan gerçek ma’nâ da idrak ve irfan ehilleri faydalanırlar.

Diğer zâhir ehli ilim sahipleri ise, âyetleri lâfzi tenzih üzere değerlendirdiklerinden, ve Hakk’ı ötelere zaman ve mekân üzerine yükselltiklerinden, bu âlemdeki Hakk’ın gerçek faaliyetlerini, takdir edemediklerinden, bu âyetleri sadece okurlar, ancak âyetlerin içlerinde bulunan gerçek ma’nâ’larını nüfüz edemeyip zâhir anlatımları üzere kalırlar ve bu da onlara zâten yetmektedir.

75

Page 78: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

78

leylu ven nehâru, gece ve gündüz, aslında böyle bir mutlak iki varlık yoktur, hayali olarak var kabul edilen iki isimdir. Çünkü ikisininde kendilerine ait devamlı kalıcı bir varlıkları ve mekânları yoktur, hep gezicidirler. Yuvarlak olarak dönen dünyanın, güneş tarafına gelen yerleri göneşin ışıklarının kendisinde yansıması ile oluşan ışık cümbüşü, orayı aydınlatmakta, ve biz dünyanın bu haline gündüz diyoruz. Bu aydınlatılmanın arkasında kalan karanlık bölüme de gece diyoruz. Yani hayatımızın akışı içerisinde, aslında olmayan, ancak şartlandığımız bu iki kelimenin ifade ettiği suri oluşuma, biz bir vücûd verdiği-mizden onları gerçek zannediyoruz. Bir şeyin gerçek olması için, kendinin kendine ait bir mekânı, ve geçicide olsa, istikrarlı bir kimliği, ve o kimliğe ait bir varlığı olası lâzımdır.

Oysa gece ve gündüz, dediğimiz bu ifadelerin, ikisinin de kendilerine ait sabit ve kalıcı birer mekân ve varlıkları yoktur. Güneş ve dünya ikilisinin oluşturduğu geçici ve onları koruyucu iki evlâtlıklarıdır. Kendilerinin dönüşüm-leri ile, bu dönüşüm ile hayat bulmuş olan, bu iki üvey evlâdında sonu gelmiş olacaktır, çünkü kendilerine ait bir varlıkları yoktur. varlıkları bunlara bağlıdır.

Aslı itibari ile güneşin batması ve doğması, diye bir şey söz konusu değildir. Güneş ve dünya varlıklarının oluşumları sırasında, bir defa doğmuşlar, ve fesad/bozu-lacakları günde de ölecekler, yani eczaları dağılıp yokluk âlemine intikâl edeceklerdir, bu da kıyamet olarak tabir edilmektedir. Eğer hepimizin imkânı oluverse de, fezadan yukarıdan, dünya ve güneşin dönmesini bir seyrede bil-sek ve bu seyrimizide o, gün ve gece çizgisinden ve hep bizde o istikamette dönerek seyretsek, devamlı olarak yarısı karanlık yarısı aydınlık olmak üzere hep devam eden bir manzarayı seyretmiş oluruz.

Böylece gündüz ve gecenin aslında kendilerine ait bir vücûd/varlıkları olmadığını iki varlığın dönme tesiri ile

76

Page 79: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

79

izâfi bir oluşumun ortaya çıktığını şuhuden görmüş oluruz. Ve bu gece gündüz çizgisinin de devamlı değiş-ken olduğunu ve sonuna kadar hiç bir şekilde bir yerde, bir salise bile duramayacağını durduğu anda, hemen yok olacağını idrak etmemiz zor olmayacaktır.

İşte gece ve gündüz ismi verilen, bu izâfi oluşumun ikisine birden, “bir gün” demişler ve bunların sayıları üzerine, hafta ay sene dehr, gibi birçok zaman tanımı yapmışlardır, Bu zamanın aslı olarak görülen dayandığı ölçü birimi “gün ve gece” sadece bir isimden ibaret ise, bütün diğer zaman ölçüleride asılda sadece birer isimden ibaret olmaktadır. O halde gerçek zaman ölçüsü nedir ve nasıldır. Kur’an ve hadis-i şeriflerde bunlar anlatılmıştır. Yeri olmadığı için o sahaya fazla girmeyelim, ancak toplu olarak, genelde “asr, dehr, an” olarak, ifade edilmekte dir. Epey evvel “nedir bu” ismi ile yazmış olduğum bir şiir benzeri yazımdan, mevzu ile ilgili, iki satır ilâve etmekle yetinelim.

Zaman içre zaman vardır, muammayı zamandır, bu. Zaman denilen bir an’dır, gelir geçer değildir bu.

veş şemsu vel kamer, “güneş ve kamer” in ise kendilerine has bir varlık ve görüntüleri vardır. Aslında bunlar dahi hayaldir ancak cesetleri ve varlıkları olan hayellerdir. Gece ve gündüz ise tamamen hayaldir çünkü biri gider biri gelir. Gidip gelen şey’in ise kendine has bir varliği yoktur.

Tasavvufta güneş, Hakikat-i İlâhiyyeye, Kamer/ay ise hakikat-i muhammediyyeye misal gösterilmiştir. Bunlar kendi hakikatleri ile var olan asli hakikatlerdir. Sabit ve gerçektirler.

Gece ve gündüz ise, geçici/değişken olduklarından gece fenâfillâh/yokluğa, gündüz ise bakabillâh/varlığa, işaret edilmiştir bunlar birer mertebedir, ve kişinin idrak ve yaşantısına görede bunlarda değişici geçicidirler.

77

Page 80: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

80

İşte böylece iki değişik halkıyyeti “hayal ve gerçek” olarak halketmesi ve bizlerin hizmetine vermesi onun büyük âyetlerinden dir ancak bu “fiili ve tafsili kur’ân âyetlerini ancak irfan ehli ve hamale-i kur’ân olan gönül hafızları okurlar.”

lâ tescudû lişşemsi ve lâ lilkameri. Bunlar Hâlik-ı mutlakın, kudret eli ile halkettiği, filler mertebesi mahlû-katından olduğundan, onların fiziken yukarıda olduğuna bakıpta, onlara ilâhlık payesi verip tapmayın. Zâten Cenâb-ı Hakk sizleri Zât-i zuhuru olarak halkettiğinden bütün âlemleri size musahhar/teshir, kıldığından onlar da size hörmeten secde etmektedirler. Hâl böyle iken ( 53/1 vennecmi iza heva) kişinin nefsi emmaresi, kendinin heva yıldızı oldu ise, işte o zaman o kişi, hayal kamerine, ve zan güneşine, secde eder.

Ancak kendilerini halkeden ve onda mahv ve gark olan, hakikat ehline vescudû lillâhillezî haleka hunne, buyurularak gerçek secdenin nereye yapılması gerektiği bildirilmiştir.

in kuntum iyyâhu ta’budûn. Bu hakikatleri idrak ettiğinizde sizde nefsinize değil, ona kulluk ve secde etmiş olursunuz.

(37.) Âyet, secde ayetidir. Secde (3+7=10) İse-viyyettir, Fenâfillâh Hakk’ta fani yok olmaktır. Secdeden kalkıp ayakta ve oturuşta olmak baka’billâh, Hakikat-i Muhammediyye’dir.

-------------------

ن ر وا ن ا

ن ر و وا (41/38) – (Feinistekberû fellezîne ınde rabbike yusebbihûne lehû bil leyli ven nehâri ve hum lâ yes'emûn.)

78

Page 81: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

81

(41/38) – “Eğer onlar büyüklük taslarlarsa, bilsinler ki Rabbinin yanında bulunanlar (melekler), gece gündüz hiç usanmadan O'nu tespih ederler.” -------------------

Feinistekberû. Eğer onlar beşeriyetlerini gerçekten kendilerine ait olarak var sanırlarda, Hakk’ın karşısında tekebbür/büyüklenip gurur kibir taslarlarsa kendileri bilir. Bunula beraber, Hakk ve İrfan sahibi, bazı kimselerde vardırki, fellezîne ınde rabbike, işte onlar teşbih hakikatlerini idrak ettiklerinden, bu suretle Hakk ile Hakk olduklarından, ve kendilerinden kendilerinde, bir varlık kalmadığından, Rablarının indinde/yanındadırlar.

Yusebbihûne lehû, onu onun için, tesbih ederler kendileri için değil. Bil leyli ven nehâri. Fenâfillâh gecesi, ve baka billâh gündüzlerinde, hem lâfzi ve hemde hâli olmak üzere, devamlı tesbih ederler. Ve hum lâ yes'emûn. Varlıklarında Hakk’ın varlığı olduğundan, ve genelde (Vedud) isminin muhabbet tecellidsinde olduklarından, yaptıkları tesbih de kendilerinin zâkir oluşlarından zikre dönüşmektedir. Zikr ise irade sahibi düşünen varlıklara ait idrakle yapılan bir davranıştır, bu ise yapan kişileri hiçbir vakit usandırmaz. Bu yüzden onlar gece gündüz, yapmış oldukları tesbih ve zikirlerinden dolayı usanmazlar.

-------------------

ا ا و ذا ا رض ى ا

ا ا ى ا ن ا ا ت ور ء ا ا

ء (41/39) – (Ve min âyâtihî enneke teral arda hâşiaten feizâ enzelnâ aleyhel mâehtezzet ve rabet, innellezî

79

Page 82: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

82

ahyâhâ lemuhyil mevtâ, innehû alâ kulli şey'in kadîr.) (41/39) – “Allah'ın varlığının delillerinden biri de şudur: Sen yeryüzünü boynu bükük (kupkuru) görürsün. Onun üzerine yağmuru indirdiğimiz zaman kıpırdar kabarır. Şüphesiz ki, onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü hakkıyla yetendir.”

-------------------

Ve min âyâtihî. O nun, âyet/işaretlerinden’dir, denmek sureti ile, burada Rahmâniyyet mertebesinden bir anlatım vardır. Enneke, muhakkak ki sen, teral arda, yeryüzünü görüyorsun, hâşiaten, huşukâr, yani kıştan yeni çıkmış içine dönük tefkkür halinde, yeni gelişmelere hazır halde. Ve ya kişiye dönük olarak, sen kendinde ki bu tefekkür ve huşu halleri ile yeryüzünü ve kendi beden arzını görüyorsun, diyerek anlatım devam etmektedir.

Feizâ enzelnâ, “Biz indirdiğimiz zaman” burada âyete biraz dikkatle baktığımız da hitabın değiştiğini ve inzal/indirmenin Zât-ı ilâh-i tarafından yapıldığını ve bu fiilin kendine ait olduğunu kendisi ifade etmektedir ki, “lâ fâile illâllah” hükmüdür, irfan ehline yaşamıda müşa-hedesi de açıktır.

Aleyhel mâe, üzerine suyu, arz toprağına veya beden arzı toprağına. Ehtezzet ve rabet, harekete geçer ve şişer, görüldüğü gibi buradan itibaren tekrar Rahmâniyyet mertebesinden anlatım devam etmektedir.

İnnellezî ahyâhâ lemuhyil mevtâ, O Zât-ı mutlak ölüleri diriltecektir. innehû alâ kulli şey'in kadîr. O her şeye kadirdir.

Özetle tekrar ifade etmeye çalışırsak. Aslında bütün âlem onun “Allah” ın işaretlerinden dir ki, buda tafsili ve fiziki Kur’ân dır. Bu âlemde görünen ne varsa hepsi bölümleri itibari ile de, âyât-i kur’âniyye’dir. İnsan ise

80

Page 83: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

83

kur’ân-ın en büyük âyetlerinden’dir. Ve hakkında ayrıca bir sureside vardır (67) Bu insan Hakk’tan uzak kaldığında, gönlü ve ruhu kupkuru kalmış olur, işte böyle sıkıntılı zamanlarında, bunun sebebini idrak ve huşu ile düşündüğü zaman, gönül/beden toprağına O nun Zâtından İlim ve hayat suyu nazil olmaya başlar, bu sebeb ile kendisinde yeni açılımlar gelişerek ölü vasfında olan iç âlemi yavaş yavaş ölü iken hayat bulmaya başlar.

Böylece o her şeye kadirdir. Bu halin diğer bir ifadesi ise, “Biz indirdiğimiz zaman” demek sureti ile inzal/ indirmeyi Zâtına bağlamış olmaktadır. İşte İrfan ehlinden karşısında bulunan Hakk taliplerinin, beden ve gönül arzlarına aktarılan, tevhid ve Zât-i bilgilerinin Hakk’ın Zâtından geldiğinin bilinmesi lâzımdır.

-------------------

ا ن ا ون ن ا ا

ا ا م ا ا م ا ر ا

ن ا

(41/40) – (İnnellezîne yulhıdûne fî âyâtinâ lâ yahfevne aleynâ, efemen yulkâ fin nâri hayrun em men ye'tî âminen yevmel kıyâmeti, iğmelû mâ şi'tum innehû bimâ tağmelûne basîr.) (41/40) – “Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan sapanlar bize gizli kalmaz. O hâlde kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa güven içinde gelen kimse mi daha iyidir? Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir.”

-------------------

İnnellezîne, muhakkak o kimseler ki, yulhıdûne, mülhid, oldular, Hakk’tan bâtıla döndüler. fî âyâtinâ,

81

Page 84: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

84

âyetlerimize, lâ yahfevne aleynâ, bunlar bizim üzerimize gizli kalmazlar. Gene görüldüğü gibi âyet buraya kadar Zât-î dir. Buradan sonrasıda tariftir.

Efemen, o kimsemi, yulkâ fin nâri, ateşin içine atılıyor, hayrun, hayırlı olan bu mudur,? em men, yoksa o kimsemiki, ye'tî âminen, emin olarak gelir.

yevmel kıyâmeti, kıyamet gününde, iğmelû mâ şi'tum, dilediğiniz gibi amel edin, innehû bimâ tağme-lûne basîr, muhakkak ki, o yaptıklarınızı görendir.

“Âyetlerimiz konusunda (yalanlama amacıyla) doğruluktan, Hakk’tan halka sapanlar, onlarında varlıklarında olan biz olduğumuz için, bize gizli kalmaz. O hâlde nefislerinin hükmü altına girmiş olan inkârcılar, inkârları ve iftiraları yüzünden, kıyamet gününde ateşe atılan mı, yoksa, kendilerinde ki Hakk’ın varlığını ortaya çıkarıp, hakikatleriyle yaşayıp güven içinde Hakk’ın huzuruna gelen kimse mi daha iyidir?

Dilediğinizi yapın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir. Dünya hayatında size tanınan hür süre içinde olumlu ve olumsuz dilediğinizi yapın, bunların hepsini Hakk basîr ismiyle görmektedir.

-------------------

ب وا ء وا ن ا ا (41/41) – (İnnellezîne keferû biz zikri lemmâ câehum, ve innehû lekitâbun azîz.) (41/41) – “Kur'an kendilerine geldiğinde onu inkâr edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir. Şüphesiz o, çok değerli ve sağlam bir kitaptır.”

-------------------

İnnellezîne keferû, biz zikri nefsani, kendi zan ve

82

Page 85: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

85

hayelleri ile hakk’ı örtmeye kur’ân-ı hükümsüz bırakma-ya çalışan kimseler, lemmâ câehum, vaktaki bu “zikr/ Kur’ân” onlara geldi. Zâti tecelliler açık olarak onlara geldi, ancak onlar bu tecellileri inkâr ettiler.

Ve innehû lekitâbun azîz. Onlar istedikleri kadar bu kitabı ve içindeki hakikatleri güçlerinin yettiği kadar inkâr etsinler. Onların nefsi emmâre kaynaklı sahte izzetlerinden, O zikr-i İlâh-î olan Azîz ve Kebîr olan sultanın kitabıdır.

-------------------

و ا

(41/42) – (Lâ ye'tîhil bâtılu min beyni yedeyhi ve lâ min halfih, tenzîlun min hakîmin hamîd.) (41/42) – “Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir.”

-------------------

Lâ ye'tîhil bâtılu, O na bâtıl gelmez, çünkü “kur’an Zâtt’ır ve zatta bâtıl olmaz, min beyni yedeyhi, önünden, ve lâ min halfih, arkasından da gelmez. Çünkü zat mertebesinde ön ve arka da olmaz, tenzîlun min hakîmin hamîd. Hakîm, hikmetle iş işleyen ve hamîd, hamdeden ve hamdedilenden “tenzil/indirilmiş” tir. Aslında tenzil/indirilme, kitabın içinde bulunan ma’nâlarının beşer aklı ile idrakedilecek hale dönüştü-rülmesi yani anlamının hafifleştirilip kolaylaştırılmasıdır.

Not= Hamdın hakikati hakkında olan bilgiler, “(35) Fatiha ve besmele” ve (5 salât, namaz) isimli kitabları-

83

Page 86: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

86

mız da vardır dileyenler oraya bakabilirler. T.B.

-------------------

ن ا ا ل ر

ب ا ة وذو و (41/43) – (Mâ yukâlu leke illâ mâ kad kîle lirrusuli min kablik, inne rabbeke lezû mağfiratin ve zû ıkâbin elîm.) (41/43) – “Sana ancak, senden önceki peygamberlere söylenenler söylenmektedir. Hiç şüphesiz senin Rabbin hem bağışlama sahibidir, hem de elem dolu bir azap sahibidir. “ -------------------

Mâ yukâlu leke, sana bir şey söylenmiyor. Peygamber Efendimize bildirilen bu husus, aynı zamanda onun velilerine ve ümmetine de bildirilmektedir. Ayrıca nefsi emmâre de insana hep aynı şeyleri/inkârı, söyle-mektedir.

illâ mâ kad kîle, ancak şunlar söyleniyor. lirrusuli min kablik, senden önceki rasullere ne söylenmiş ise onlar söyleniyor.

İnne rabbeke, muhakkak ki rabb’in, lezû mağfira-tin, mağfiret sahibidir, Eğer kendilerini tevbe edip düzeltirlerse, ve zû ıkâbin elîm, elîm azabında sahibi-dir. Eğer kendilerini düzeltmezlerse elîm/can yakı- cı/içe işleyici, azabı da tadacaklardır. Bu azâba birde kendile-rinden vicdan ve pişmanlık azabı eklenecektir.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de tarif ve izah âyeti’dir.

-------------------

84

Page 87: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

87

ا ا ا ا ه و

ا و ءا ء وا ى و ا

و ا و و ذا ا ن

ن دون (41/44) – (Ve lev cealnâhu Kur'ânen a’cemiyyen lekâlû levlâ fussılet âyâtuhu, ea’cemiyyun ve arabiyyun, kul huve lillezîne âmenû huden ve şifâun, vellezîne lâ yu'minûne fî âzânihim vakrun ve huve aleyhim a’men, ulâike yunâdevne min mekânin beîd.) (41/44) – Eğer biz onu başka dilde bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi. De ki: "O, inananlar için bir hidayet ve şifâdır. İnanmayanların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalı ve anlaşılmaz gelir. (Sanki) onlara uzak bir yerden sesleniliyor (da anlamıyorlar)." -------------------

Ve lev cealnâhu. Eğer biz dileseydik? Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de zâtî’dir. Cenâb-ı Hakk buradan zâtının kelîm sıfatı ve diğer sıfatları ile bir şey dilediğini ifade etmektedir. Kur'ânen a’cemiyyen, yabancı dilde bir kur’ân olarak, içinde anlaşılmaz şeyler olsaydı kişile-rin hakikatlerinin âlemin hakikatlerinin ne olduğunu anlatmadan indirseydik,

Lekâlû levlâ fussılet âyâtuhu, o zaman, nolaydı bu âyetler açıklanmış olmalı değilmiydi? Derlerdi, ea’cem-iyyun, yabancı dildenmi? ve arabiyyun, oysa gönderi-len Peygamber Araptan.

85

Page 88: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

88

Acemi, yani Hakk ve hakikat yönlerinden habersiz olanların düşünceleridir. Görüldüğü gibi âyeti kerîme’nin zâti ifadeleri burada bitip, gene tarif ve izaha geçilmek-tedir.

kul huve lillezîne âmenû, de ki o imân etmiş kendi varlıklarında Hakk’ın varlığı olduğuna yakîn idraki olanlar için, huden ve şifâun, hidayet, Hakk yolunda sırat-ı müstakîm üzere, beden ve nefs sahalarına kâlp ve gönül âlemlerine şifa’dır.

Vellezîne lâ yu'minûne, o kimselerki yukarıda bahsedilen hususlara, âfak ve enfüste Hakk’ın varlığına inanmayanların, fî âzânihim vakrun, kulaklarında bir ağırlık vardır. Biri dünya ya sadece madde ağırlığından baktıkları için bunun ağırlığı vardır, diğeri de Rahmani olan kur’ân’ın ve içindeki Hakk sözlerinin nefislerine ağır gelmesinden onları duymamalarıdır. Ve huve aleyhim a’men, ve onların üzerlerinde bir körlük vardır. Yani hakikati görme kabiliyetleri kalmamıştır. Görebilmeleri için evvelâ kendilerini hakikatleri itibari ile görmeleri, daha sonra da, âlemde mevcud olan her mertebedeki o mertebenin gereği olan Hakk’ın isimlerinden birinin zuhurda olduğunu idrak edememekten meydana gelen zulmet, a’mâ’ iyyet/körlükleridir.

Ulâike yunâdevne min mekânin beîd, işte onlara sanki çok uzak bir yerden anlaşılmaz bir şekilde sesle-niliyormuş gibi zannediyorlar. Aslında onlara kendi içlerin den sesleniliyor, çünkü herkezde olduğu gibi onlarında özlerinde mevcud Hakk’ın varlığından başka bir şey yok-tur ancak onlar, Hakk’ın varlığını ciddiye almadıklarından veya inanmadıklarından bu yüzden, kendilerine en uzak olan, aslında bütün âlemde mevcud olmasına rağmen kendilerine idrak ve imân yoksunluğundan en uzak olan, ancak kendi içlerinde bulunan Rabb’ları’dır. Bunu görme-yerek kör olan insan oğluna yakışacak bir şey değildir.

-------------------

86

Page 89: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

89

و ب ا ا و

وا ر

(41/45) – (Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe fahtulife fîhi, ve lev lâ kelimetun sebekat min rabbike lekudıye beynehum, ve innehum lefî şekkin minhu murîb.)

(41/45) – “Andolsun! Biz, Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur'an hakkında derin bir şüphe içindedirler.”

-------------------

Ve lekad âteynâ mûsel kitâbe, Andolsun! Biz, Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) vermiştik. Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîmenin de baş tarafı zât-î’dir. Cenâb-ı Hakk Mûsâ’ya kitabı biz verdik, demektedir. Hâl böyle olunca kişinin seyru sülûkunda, kontrollu çalışmalarından sonra hakikat-i mûseviyye yi ki, (Tenzih) üzerinedir, Rabb’ının gönlünden kendisinin vereceğidir, ancak eğitilen kişi bunu bağlı olduğu yerden zanneder. Bilindiği gibi haki-kat-i mûseviyye, Tevhîd-i esmâ’dır ve isimlerin tecellileri de muhteliftir.

Fahtulife fîhi, bütün bunlar Hakk’tanmı’dır yoksa kuldanmı’dır? diyerek, bu hususta ihtilâf ettiler, ve lev lâ kelimetun, eğer bu hakikat-i Mûseviyye, hikmet-i ulviy-ye, kelimesi olmasaydı, sebekat min rabbike, Rabbin den geçmiş olmasaydı! Mûsâ (a.s.) ulül azm peygamber-lerden olduğundan kendinden evvelki Peygamberlere göre birçok üstünlüğü vardır, bunlardan biride esmâül

87

Page 90: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

90

hüsnanın onun üzerinde daha çok zuhura çıkmış olduğudur bu da bütün isimlerde mevcud yücelik olan “ma’nâ’yı ulviyye”dir.

İşte bu hakikat/kelime/kelimeler, Rabbından ona geçmiştir, ondan da kavmine, ancak kavmi bu ulviyyeti nefsi emmâreleri istikametinde, kullanmışlar ve halen de kullanmaktadırlar. İşte bir sâlik de, belirli bir yere geldi-ğinde, bu ulviyeti nefsine mal ederse, farkında olmadan oda nefsiyle, fir’âvn’laşmaya başlar.

Görüldüğü gibi bu bölüm yine tarif ve bilgilendir-medir. Lekudıye beynehum, işte aralarında bu isimle-rin ahkâmları ile hüküm olundular. Ve innehum lefî şekkin minhu murîb. Bu yüzden onlar önce tevrattan sonra Kur’ân’dan nefislerinin vesveseleri yüzünden kesin bir şüphe içindedirler.

-------------------

ر و ء ا و

م (41/46) – (Men amile sâlihan felinefsihî ve men esâe fealeyhâ, ve mâ rabbuke bizallâmin lil abîd.) (41/46) – “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin, kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.”

------------------- Men amile sâlihan, kim ki ameli sâlih işledi ise, bilindiği gibi ameli sâlih, “kurgusu Hakk’tan tatbiki kul dan” olan sâlih/güzel işlerdir, felinefsihî, kendi nefsi içindir. Burada kastedilen nefs, “nefsi sâfiye”dir, çünkü nefsi sâfiye ye gelmeden hakikat-i Mûseviyye ye geline-mez. ve men esâe fealeyhâ, kim ki, nefsi emmâresine

88

Page 91: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

91

uyarak menedilmiş kötü işler yaptı kendi aleyhine olmuştur, hesabını verecektir. Ve mâ rabbuke bizallâ-min lil abîd. Rabb’ın kullarına azab edici değildir. (16/33) Allah onlara zulmetmemişti ancak onlar nefisle-rine zulmediyorlardı. Âyet-i kerîmesinde de bu husus açıkça görülmektedir.

Allah (c.c.) lühu kimseye zulmetmez çünkü onların hepsinde kendinin zuhur ve tecellileri vardır, ancak kim onun zuhur tecelli ve isimlerini kendine, nefsine mal ederse, o zaman Hakk onların bâtınlarında kalır, zahirde görünen onların kendilerinde, kendi varlıklarını var zannederek hayali bir kimlik kabullenmelerinden dolayı, kendileri bu hayali kimlikleri ile de, hakk’ı gizleyerek kendileri ile, kendilerine zulm etmiş olurlar/oldular.

-------------------

ا ات ج و ا د ا

د م و ا و ا و

ك ذ ا ا ا (41/47) – (İleyhi yuraddu ılmus sâah, ve mâ tahrucu min semerâtin min ekmâmihâ ve mâ tahmilu min unsâ ve lâ tedau illâ biılmihi, ve yevme yunâdîhim eyne şurakâî kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîdin.) (41/47) – Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O'na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O'nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O'nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, "Nerede bana ortak koştuklarınız?" diye seslendiği gün şöyle derler: "Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok." -------------------

89

Page 92: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

92

İleyhi yuraddu ılmus sâah, – Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O'na havale edilir. Bu genel bir ma’nâ da allah’a döndürülür ise de, özel ve iş’âri olanı, İleyhi, o na, yuraddu, döndürülür, ılmus sâah, saatin ilmi. İrfan ehli indin de kıyamet şöyle tarif edilmiştir. (Kıyamet zâtın zuhuru sıfat saltanatının sönüşüdür.) Kıyamet bir şeyin sonu olduğuna göre, bilinen şu dur ki kıyametin iki hali vardır biri kevn/varlık üzerine olan kıyamet, diğeri ise insan üzerine olan ölüm kıyametidir.

İnsan üzerine olan kıyamet, biri zaruri, diğeri de, ihtiyari olmak üzere iki türlüdür, zaruri kıyamet kişinin gaflet hali ile yaşadığı, hiç gitmiyecekmiş zannettiği bu âlemden vakti gelince, ansızın ona sorulmadan ruhunun kabzedilmesidir.

İhtiyari kıyamet ise, “ölmeden evvel ölünüz” hükmü ile belirtilen, uzun süren bir eğitim ile, yavaş yavaş nefsinin can çekişmesi ile, kazanmış olduğu kendini bilme/tanıma ilmi, ile bilerek nefsinin benliğinden geçe-rek, ilâh-i benliği ile kalıp, hayatına bu şekilde devam etmesidir. Bu eğitim ise ancak gerçek bir irfan ehli Kâmil insân kontrolunda olur. Daha sonra onun başına da gelecek olan zaruri ölüm onun için bir yokluk olmaz vuslat kapısı, düğün gecesi olur.

İşte her iki halde de, İleyhi yuraddu ılmus sâah, – Bireysel kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi ölüm saatinde o an da, O'na döndürülür. Müşahedeli bilmiş olur ancak yapılacak bir şey kalmamıştır.

Ve mâ tahrucu min semerâtin, türlü cins meyveler çıkmaz, min ekmâmihâ, kaplarından/kabuklarından. Ve mâ tahmilu, yüklenmez, min unsâ, hiçbir dişi, ve lâ tedau, o yükü oraya koymaz, illâ biılmihi, ancak onun ilmi ile.

Türlü cins meyveler çıkmaz, bu meyveler zâhiren bağ ve bahçelerde olan meyveler olduğu gibi, kişinin gönül

90

Page 93: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

93

âleminin gülşeni ve meyve bahçelerinde olan esmâ-i İlâhiyye semerât/meyveleridir. Bunlar, kendilerine ait esmâ-i İlâhiye, kaplarından/kabuklarından çıkmazlar.

Hiçbir dişi, nesil yükünü/kendi kopyasını, yüklenmez, o yükü oraya koymaz, ancak onun ilmi ile. Bütün bunlar gaybı da şehadeti de bilen O yüce zâtın Hakk esmâsıyle bâtınından zâhirine çıkardığı ilmi ile olur başka kimse bunlara muktedir değildir.

Bunların hepsi genelde zâhiren, nasıl ki, vakti geldiğinde Hakk’ın kudret eli bunları bâtınlarından zâhir-lerine, yolculuğa çıkarıp, dünya âlemi bahçelerinde türlü renk ve tatlarda zuhura çıkarıyor ise, aynı şekilde kudret-i İlâhiye İnsân-ı Kâmilinin kelâm sıfatı kudretiyle, gönül âlemi bahçelerinden zuhur ettirerek, idrak sahalarından bu meyveleri taliplilerine ikram etmekte-dirler. Bu meyveler ancak Hakk pazarlarında bulunur, halk pazarlarında bulunmaz.

Ancak halkı, Hakk olarak idrak etmiş, olan kimseler, her pazardan alış veriş yaparlar, çünkü halkta Hakk’ın zâhir isminin hüküm sürdüğünü bilirler.

Bu hususları biraz daha açmaya çalışalım.

Genelde doğu halkları arasında, (Cemreler ve Nevruz) diye bir kültür kutlaması vardır. Cemre’ler, Kış hükmünü, kaybetmeye başladığında yaklaşık, (20/şubat- ta havaya) (27/ şubatta suya) (06/martta toprağa) düştüğü söylenir. Cemrelerin düşüşünden iki hafta sonra da, (21/martta) gece ile gündüz eşitlenmekte olup o günde (nevruz) kutlamaları olmaktadır. Bunlardan sonra da (06/mayısta) da “Hızır” günleri yaz başlamaktadır.

Şimdi bunları da, incelemeye çalışalım.

1) (Cemre) Lügatlarda (C.: Cimâr) Şiddetli karanlık.

2) Ateşli kömür parçası, kor. Isınmayı ifade etmekte dir.

91

Page 94: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

94

3) İlkbaharda havaya, suya, toprağa, düştüğü söyle-nen sıcaklık,

4) Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

Genelde baktığımızda bir halden bir hale geçişi ifade etmektedir. Görüldüğü gibi bir bakıma (dört unsur/ anâsır’ı Erbaa) dan ateşin, diğerleri üzerindeki tesiratını göstermektedir. Yani düşen/inen olarak belirtilen ateşin diğer üç unsurun, hava, su, toprak olarak kendilerine nüfûz ederek tesirinin olmasıdır. İşte bu yüzden, ateşin rahmetinin şiddetinin verdiği lütuflar kadar, zahmetinin şiddetide ağır hasarlar yapmaktadır.

Bu ateşin/sıcaklığın, evvelâ havaya karışması onun lâtif olup haha kolay tesir altına girmesi yönüyledir. Sonra suya karışması onunda toprağa göre daha lâtif ve daha kolay ısınma kabiliyetinin olmasıdır, en son toprağa karışması, toprağı havadan sudan da istilâ ederek onu da daha kolay ısıtabilmesi yönüyledir. Ateş belirli sürelerde bu üç anâsıra dâhil olduğunda, böylece dört unsur kış uyku ve dinlenmelerinden yavaş yavaş uyanarak, birlikte âlemde “halkıyyet/faaliyyet”e başlamış olmaktdırlar.

İşte bunlar böylece evvelâ hava (cemre) ile “cem’an” ısınmaya başlamakta, daha sonra gene “cem’an” su ısınmaya başlamakta, daha sonra gene “cem’an” toprak ısınmaya başlamaktadır. Ve bunlara ateşte, belirli harerette dahil olduğundan, böylece (dört unsur/anâsır’ı Erbaa) (cem’an) (cemre) de bulunan (R) Rahmâniyyette ki genel rahmet, (R) Rahimiyyette ki özel rahmet ile uyarılmış olarak, esmâ-i ilâhiyyenin zuhur ve tecellileri, tabiat ismi altında, kendi mertebeleri altında faaliyete başlamış olmaktadırlar.

İşte bu yüzden, bir kış süresi içinde durağan/gayb’da olan esmâ-i İlâhiyye, eserleri ile zuhur etmeye hazır hale gelip, vakti geldiğinde âyet-i kerîme de bahsedilen.

Ve mâ tahrucu min semerâtin, türlü cins meyveler

92

Page 95: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

95

çıkmaz, kendi kendine, min ekmâmihâ, kaplarından/ kabuklarından.

Yani esmâ-i İlâhiyye kaplarından/kabuklarından. Her bir isim Hakk’ın hazinelerinden kaplarındandır. Onun izni olmadan o kaplardan zuhura hiçbir şey çıkmaz.

illâ biılmihi, ancak onun ilmi ile. İlmin zuhura çıkması içinde o ilmi uygulayacak bir ele, âlete, zaman mekân ve kudrete ihtiyaç verdır ki, bu da Vâhid/bir olan allah’a aittir.

İşte böyle yedullah/Allahın elinin kudreti ile bütün âlem yalaşık iki hafta sonra, (Nevruz/yeni günde yerden fışkırır şekilde zuhur ve tecellide bulunmakta, gizli hazine açılmaya başlayıp hem sanatlarını göstermeye ve hemde varlıkların rızıklarını üretmeye başlamış olurlar.

Daha sonra da, (Hızır/hâzır) sıcak muhabbetli yaz günleri başlamaktadır.

Ayrıca (cemre) şeytan taşlamak ta olduğundan ateş ahlâklı olan İblis’in, ateşini çok fazla arttırtmadan bütün bu işlerin hakikatini ateşiyle yakmaması için, nefsi benlik izafi benlik ve İlâhi benlik, olmak üzere üç mertebeden nefes’i Rahmâni fırtınalrı ile ve ebabil kuşlarının ağızların da bulunan tevhid taşları ile taşlanması lâzımdır.

Yukarıda bahsedilen kevni oluşumların aynen bâtınen beden arzı/toprağı üzerinde de kıyasi olarak yaşantısı vardır. Bu hususun faaliyete geçmesi için, sâlik’in kış uykusunda olan, iç dünyasında ki, dinamiklerini faaliyete geçirebilmesi için, bir mürşid-i kâmile ihtiyacı vardır, bu hususun hayata geçebilmesi gerçek bir mürşid-in bulunması lâzımdır. İsmi mürşid veya şeyh olan herkes bu sahaya giremez, irfan ehli olması lâzımdır.

İşte bu kâmil mürşid, kendisindeki ilâhi muhabbet hubbiyyeti ve ateşiyle, sâlik’in beden mülkünde bulunan soğumuş ve Hakk’tan uzaklaşmış “heva/havasına”

93

Page 96: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

96

muhabbetiyle yöneldiğinde onun havasına “cem” olan muhabbeti İlâhiyye nüzül etmeye başlar.

Daha sonra gene mürşid-i kâmil, sâlik’in beden mülkünde bulunan, soğumuş ve Hakk’tan uzaklaşmış donmuş, olan su unsuruna, o ki, ilim ve hayattır, muhabbetiyle yöneldiğinde onun suyuna “cem” olan muhabbeti İlâhiye hay ve ilim olarak nüzül etmeye başlar.

Daha sonra, gene mürşid-i kâmil, sâlik’in beden mülkünde bulunan, soğumuş ve Hakk’tan uzaklaşmış donmuş olan, toprak unsuruna, o ki, hikmettir, muhab-betiyle yöneldiğinde, onun toprağına “cem” olan muhab-beti İlâhiye, hikmet ve ilim olarak nüzül etmeye başlar. Ve ateş yani sırf muhabbeti İlâhiyye olan mürşid-i kâmil-in muhabbet ateşi de eklenince, sâlik’i sadıktaki anasırı Erbaa/dört unsur, gerçek ve İlâhi halleri ile “Cem” an uyarılmış, hep birlikte kış/gaflet uykusundan, İlâhi hayat sahasına doğru yola çıkılmış olur. İşte bu haller oluşmaya başladıktan sonra o beden mübarek belde olmaya namzet olmuş olur.

Ancak bu arada, bu beden üstünde nefs ve iblis ateşininde musallat olma, ihtimali gözden kaçırılmaması lâzım gelen bir husustur. İşte bilhassa bu başlangıç devrelerinde “Cemerâtta” olduğu gibi küçükten başlayıp büyüye doğru, devamlı iblisleri taşlamak lâzım gelmek-tedir. Bu taşlamalar zâhiren genelde Hacc da olmaktadır, Hacc ise “hakikat-i İlâhiye de Cemâlûllah-ı seyr”dir. İşte bir sâlik-i sâdık ta, her an hacc/zat, yolcusudur ve hacc’ın rükûnlerinden olan cemerât/taşlama daha burada başlamaktadır.

Ehli gaflet ise, şeytan taşlamak için hacc’a mekkeye gitmeyi, ve orada şeytan taşlamayı düşünür, halbuki bulunduğu yerde şeytan, onun elini kolunu bağlamış olduğundan, şeytana taş atacak gücü yoktur, zâten onun hükmü altındadır.

94

Page 97: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

97

Ancak bir mürşîd-i kâmil bulup onun muhabbet ateşinden (cem’re) leri beden mülküne indirilince/ düşünce, daha bulunduğu yerde, ilk yapacağı şey, etrafın da menzil tutmuş ve nefsi emmâresiyle şirket/ortaklık kurmuş, şeytanlarını bulunduğu yerde taşlamaya başla-masıdır.

Taa ki, “ben iblisimi Müslüman ettim,” hakikatine ulaşıncaya kadar.

İşte böylece hakikatine ve Mi’râc ufkuna doğru yer-den/beden kabrinden kalkarak esmâ-i İlâhiyyenin her türlü bereketiyle, yükselmeye başlayan kişinin ruhani-yetinin (Nevruz/yeni günü/yeni dünyası) başlamış olur.

Ondan sonra yaz/Hızır/hâzır, günleri başlayarak ilmi ledün sahasına girmeye ve Rabbı’nın lütuflarını almaya ve seyretmeye başlamış olur.

Ve mâ tahmilu, yüklenmez, min unsâ, hiçbir dişi, ve lâ tedau, o yükü oraya koymaz.

İşte bu ilim yükünü, Kâmil insandan başka kimse, gönüllere aktaramaz/koyamaz. Bütün bunlar bu hayat dirilişleri her sene tekrar eder durur, ehli zâhirde gafletle seyreder durur. Şu meyve çıksın yiyelim, şu sebze çıksın yemek yapalım diye, nefislerinin hizmetinde olan perdeli gözleri ile göremezler.

illâ biılmihi, ancak onun ilmi ile. Onun ilmi ise ezeli ve ebedidir. Âlemler halkedilmezden evvel, ilmi İlâhide mevcud olan bütün âlemlerin, kevniyyet/meydana gelme ilmi, Zâtında mevcud iken bunun zuhura çıkması için, Ehadiyetinden Vahidiyyetine intikal ettirdi burada ilim fâil Vahidiyyet mef’ul yani esmâ-i İlâhiyyeye hâmil/yük-lenmiş idi. esmâ-i ilâhiyye de, daha sonra yüklendiği bu hâmli Fâil olarak mef’ulu olan ef’âl âlemi, şehâdet âlemine yükleyerek nerede neyin kevn/var olacağını, illâ biılmihi, onun ilmi ve kudreti ile olan bu hususları ancak Allah teâlâ hazretleri kendi bilir.

95

Page 98: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

98

Ve yevme yunâdîhim. Ve o kıyamet gününde Hakk tarafından onlara seslenilir, eyne şurakâî, bana ortak koştuğunuz hayal putlarınız nerede?, kâlû âzennâke mâ minnâ min şehîdin, bizden bu hallere bir tanık olmadığını sana arzederiz. Bunların bizim hayelleri-mizden meydana geldiğini anlamış olduk.

Ancak bu kabulleniş ve iflâs ifadesi, çok geç olduğundan haklarında hiçbir şey ifade etmeyecektir.

-------------------

ا و ن ا و

(41/48) – (Ve dalle anhum mâ kânû yed'ûne min kablu ve zannû mâ lehum mim mahîs.) (41/48) – (Daha önce yalvardıkları (tanrılar) onları yüzüstü bırakıp uzaklaşmıştır. Kendileri için kaçacak bir yer olmadığını anlamışlardır.) -------------------

Ve dalle anhum, mudil üzere olan o hayali tanrıları onlardan yok oldular, zâten de yok idiler, mâ kânû yed'ûne min kablu, önceden onları var zannedip çağırıyor onlara yöneliyorlar idi, ve zannû mâ lehum mim mahîs, sonra bu halden kaçışın olmadığını anla-dılar.

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de tarif ve haber âyetlerindendir.

-------------------

س ا ن وا ء ا د ن ا

ط 96

Page 99: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

99

(41/49) – (Lâ yes'emul insânu min duâil hayr, ve in messehuş şerru feyeûsun kanûtün.)

(41/49) – (İnsan, hayır (mal, mülk, genişlik) istemekten usanmaz. Fakat başına bir kötülük gelince umutsuzluğa düşer, yıkılır.)

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de tarif ve haber âyetlerindendir.

------------------- ا اء ه ر ذ ا و

ن ا ر ا ر و ا ا و

ا وا ا ه

اب و

(41/50) – (Ve lein ezaknâhu rahmeten minnâ min bağdi darrâe messethu leyekûlenne hâzâ lî ve mâ ezunnus sâate kâimeten ve lein ruciğtu ilâ rabbî inne lî ındehû lel husnâ, felenunebbiennellezîne keferû bimâ amilû ve lenuzîkannehum min azâbin ğalîz.)

(41/50) – “Andolsun! Başına gelen bir zarardan sonra kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak mutlaka "Bu benim hakkımdır, Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Andolsun, Rabbime döndürülürsem, şüphesiz O'nun yanında benim için daha güzel şeyler vardır" der. Andolsun, biz inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve andolsun, onlara mutlaka ağır azaptan tattıracağız.” -------------------

97

Page 100: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

100

Görüldüğü gibi bu âyet-i kerîme de tamamen Zât-î’dir. Yani kendisi tarfından ifade edilmektedir.

Ve lein ezaknâhu rahmeten minnâ. Ve eğer onlara tarafımızdan bir rahmet tattırsak! Bu rahmet iki türlüdür biri rahmeti umumiyye diğeri ise rahmeti rahi-miyyedir. Genelde insanlar bu rahmeti zâhiren madde kaynaklı menfeat üzere nefsin yararına olan rahmet olarak kabul ederler, bu rahmet ehli zâhire, zâhir ismin den gelir, gerçek olan Rahmet ise ehli bâtına bâtın ve rahîm ismi saltanatından gelir ki, rahmeti kemâliyyedir.

Min bağdi darrâe messethu, kendisine bir zarar dokunduktan sonra, leyekûlenne hâzâ lî, kesin olarak bu benim hakkımdı diyerek, gelen rahmeti kendi kazancı imiş gibi, nefsine bağlar. Ve mâ ezunnus sâate kâimeten, kıyametin kâim olacağına yani o saatin geleceğine inanmam, ve lein ruciğtu ilâ rabbî, ve eğer rabb’ime döndürülürsem, inne lî ındehû lel husnâ, muhakkak ki eğer rabb’ıma döndürülürsem, O’nun katında benim için daha güzeli vardır.

Felenunebbiennellezîne keferû bimâ amilû, Fakat o o zaman o inkâr edenlere ne yaptıklarını haber vereceğiz, ve lenuzîkannehum min azâbin ğalîz.

Elbette muhakkak onlara pek kaba bir azaptan tattıracağız.

-------------------

ن ا ا ذا ا وا ذا وا ض و

ء و د ا (41/51) – (Ve izâ en'amnâ alel insâni ağrada ve neâ bicânibihi, ve izâ messehuş şerru fezû duâin arîd.) (41/51) – “İnsana nimet verdiğimizde yüz çevirir ve yan

98

Page 101: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

101

çizer. Başına bir kötülük gelince de yalvarmaya koyulur.” -------------------

Ve izâ en'amnâ alel insâni, İnsanın üzerine bir nimet verdiğimiz vakit! Bu nimet iki türlüdür biri zâhiri olan mal, mülk nimeti, diğeri ise bâtınî olan ilâhî ilim nimetidir, ağrada, ve neâ bicânibihi, yüz çevirir/ uzaklaşır ve yan çizer. Üzerlerine zâhiri mal mülk nimetini alanlar, nefsi ihtiyaçları giderildiğinden nimet vereni şükürden uzaklaşıp unuturlar.

Bâtınî olan ilâhî ilim nimeti verilenler ise, daha evvelce hayali rablarından geldiğini zannettikleri nimetle-rin yeni idrak etmiş oldukları gerçek Rabb’larından geldi-ğini anladıklarında, o hayali Rabb’larından, yüz çevirir uzaklaşırlar. Ve izâ messehuş şerru, Üzerlerine zâhiri mal mülk nimetini alanlar, kendilerini bir kötülük/zorluk tuttuğu zaman, fezû duâin arîd, daha evvelce rahatlık devrelerinde ihmal ettikleri rabb’larına o sıkıntıları giderilinceye kadar uzun uzun duada bulunurlar.

Bâtınî olan ilâhî ilim nimetini alanlar ise.

(2/156) (Ellezine iza esabethüm musîbetün, kâlû innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûne)

Onlar ki başlarına bir musibet/zorluk geldiği zaman, biz “Allah içiniz” ve “sonunda ona döneceğiz” derler.

Bu âyet-i kerîme’nin “kâlû” dan sonraki bölümü, Kâmil insanın lisanından, nakledilmektedir.

İrfani tevhid, mertebesinden bakıldığında bu âyet-i kerimenin iş’âri yorumu çok mühim Zâtî hakikatleri bünyesinde bulundurmaktadır. innâ lillâhi. Biz “Allah içiniz” burada “innâ” “muhakkaki biz” bizden kasıt ise bu hale ulaşmış İrfan ehli ve Kâmil insanların kendilerini ifade eden kimlikleridir, ve onlar hep birlikte “bir olan bizler”dir.

99

Page 102: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

102

İşte bu irfan ehli mahaller lillâhi “Allah içindir,” yani Zât-ı zülcelâlin, o mahallerde Zât-î zuhurunun olmasıdır, gene bu yüzden o mahaller Hakk’ın zâtının zuhur etmesi içindir, bu halleri de ancak irfan ehli kâmiller idrak edebilirler.

Ayrıca “biz” hükmü diğer bir ifade ile, o mahalde zuhur eden Hakk, ve zuhur mahallinin birlikteliğinde olan “biz” hükmüdür.

Ve innâ ileyhi râciûne, ve muhakkak biz, sonunda ona döneceğiz. Yani hakikatimiz itibari ile zâten varlığımızda ondan başka bir şey yok idi, üzerimizde sadece bir kevn/varlık örtüsü vardı, o da üzerimizden azrâîl (a.s.) tarafından çıkartılınca, geriye kalan aslımızı/ canımızı rabb’ımız alacağından mutlak biliriz ki, artık perdesiz olarak O’na, Zâtına döneceğiz.

Bilindiği gibi canları Allah alır, şöyle ki, Azrâîl can aldı derler yanlıştır, Azrâîl can almaz, canı yerinden çıkarır, çıkan canı ise, Can-ı, dünyada ki, oluşturduğu esmâ mertebesinden, ba’sü ba’del mevte kadar bekletmek için, sahibi olan Allah alır, çünkü Can kendinden üflenmiştir. Ancak ona dönebilir, o alabilir. Nefs ise hesap gününe kadar kabirde/berzahta bekletilir.

İşte bu hususları idrak eden Kâmil İnsânlar ileyhi râciûn, müşahedeli olarak ve kendi iradeleri ile “O’na döneceğiz” derler. Bu hususta benzeri âyetlerin ifadelerinde, “döndürüleceksiniz” veya benzeri ifadelerde kişilerin iradeleri dışında döndürüleceksiniz, hükmü ile döndürülme ifade edilmektedir, bahsi geçen âyette ise irade “O’na döneceğiz” denmek ile irfan ehlinde olmaktadır. Bir bakıma bu ifade zâhir’den bâtına Hakk olarak kendimize döneceğiz demektir. Bu mevzuu da bu kadar ifade ile yeterli bulup yolumuza devam edelim.

-------------------

100

Page 103: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

103

ا ا ن ن ا را ا

ق

(41/52) – (Kul eraeytum in kâne min ındillâhi summe kefertum bihî men edallu mimmen huve fî şikâkın beîd.)

(41/52) - De ki: "Ne dersiniz? Eğer o (Kur'an) Allah katından olup da siz de onu inkâr etmişseniz, o zaman derin bir ayrılık içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?"

-------------------

Kul eraeytum in kâne min ındillâhi, deki, gördünüzmü, Allah katından ise? Bura da ifade edilmek istenen Kur’ân-ın Allah katından olmadığını gördünüzmü? Yani buna bir şahit veya deliliniz varmı? Diye inkârcılara bir uyarı yapılmaktadır, diğer taraftan bütün âlemin indellahtan meydana geldiğini görmedinizmi? Olduğuda açıktır, ayrıca, “min ındillâhi” hitabında ilmi ledün hakikatleride ifade edilmektedir, gerçek tasavvuf/İrfa-niyyet ilmi, “ilmi ledün” olup Hakk’ın yanındadır, nefsin yanında değildir, nefsi safiye olan ve zat ehli olan kimselere nüzel eder/iner. Bunların dışındakiler sûret ilimleri ile meşgul olurlar.

Summe kefertum bihî, sonra onu inkâr etmişseniz, kendinizdeki mudil ismi yönüyle inkâr edip, settar ismi ve nefis perdeleriniz ile de örtmüşseniz, men edallu mimmen, o kimseden daha şaşkın kimdir, kendi hayal ve vehmi ile hayatı değerlendirmeye kalkandan, ve neyi niçin yaptığını bilmeyenden, daha şaşkın kim olabilir.

Huve fî şikâkın beîd, böylece o bu anlayışı, aslında, anlamayışı yüzünden, uzak bir ayrılığa düşendir.

-------------------

101

Page 104: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

104

ا ق و ا ا

ء ا و ا ا ا

(41/53) – (Senurîhim âyâtinâ fil âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakku, eve lem yekfi birabbike ennehû alâ kulli şey'in şehîd.) (41/53) – “Varlığımızın delillerini, (kâinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefislerinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'ân'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?”

-------------------

Bu âyet-i kerîme, seyru sülûk yolunda, çok mühim aşamalardan olan, bir seyr’in hakikatini bünyesinde barındırmaktadır. Yedi nefs mertebelerini enfüsî olarak bitirmiş ve âfâkî, hazret mertebelerine adım atmış bir Hakk yolcusunun, uzaklara açılmak için deniz feneri gibi, gönül göklerine açılmaya namzet olanlara, oralarını aydınlatan bir kandil hükmünde olmasıdır.

Bilindiği gibi “enfüs/nefs” kişinin kendi varlığı, “âfâk/ufuk” ise kendinin hemen dışından başlayan saha onun âfâkı’dır. Genelde “âfâk/ufuk” kişinin kendine en uzak olan yerde gökyüzü ile yeryüzü’nün birleştiği yere denir, aslında bu gözle görülen en uzak mesafedir, kişinin nefsinin/varlığının dışı ise yakın “âfâk/ufuk” tur. Birde Bâtın olan gönül âleminin ufku vardır ki, sonsuz bir sahadır işte kişi bu madde ufuklarının katından kurtulup bâtın ufuklarına açılması gerekmektedir. Aslında bunların hepsi kendinde de vardır, ancak yaşayıp bulup idrak etmek bir eğitim ve irfaniyyet işidir. “Ne var âlemde o var âdemde,” denmiştir. Çünkü Âdem, âdem-i ma’nâ olarak iç bünyesi başlı başına çok geniş olan bir saha/âlemdir.

102

Page 105: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

105

Ayrıca bu sûre içinde bulunan bu (53) üncü âyet bizim içinde çok ma’nâlıdır, bilindiği bu sayı bizim şifre sayımızdır. Sûrenin nüzül sırası (61) dir bizimde, Türkçe alfebe harf sıralamasına göre, Necdet ismimiz (61) sayısını vermektedir. Diğer taraftan sûre-i şerif’in düzenlenme sırası (41) dir bizimde, arapça alfebe harf sıralamasına görede, Necdet ismimiz (41) sayısını vermektedir.

-------------------

Görüldüğü gibi bu âyeti kerîmenin de birinci bölümü Zâtî’dir.

Senurîhim âyâtinâ, âyetlerimizi yakında gösterece-ğiz, nerede?. fil âfâkı ve fî enfusihim, ufuklarda ve nafislerinde,

Bu âyeti kerîme ile nefis mertebelerinden hazret mertebelerine geçişin yolu ifade edilmektedir. Ayrıca, “men arafe nefsehu, fekad arafa rabbe’hu” hadîsi’nin (fekad arafa rabbe’hu) bölümününde çalışma sahasının başlangıcıdır, yani “men arafe nefsehu,” birinci kısmı olan, hadîs-i şerîf’in bu sahaya gelinceye kadar geçilmiş olduğundan buradan sonrası, (fekad arafa rabbe’hu) bölümü faaliyete başlayacaktır. Hâl böyle olunca, birinci kısım “sırat-ı nüstakîm”, ikinci kısım ise “sıratullah”tır. Yani yatay çalışmaktan dikey çalışmaya geçiştir. Ve makam-ı ibrahimiyyet’in başlangıcı, O’nun ayak izlerinin takibi’dir.

Yeri gelmişken, (14/irfan mektebi ve şerhi) isimli kitabımızdan konu ile ilgili ilk sayfayı da ilâve etmemiz uygun olacaktır, daha fazlasını aynı kitabın tamamında ilgili sohbetlerde bulmak nünkündür.

---------

103

Page 106: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

106

İKİNCİ KISIM;

SEKİZİNCİ BÖLÜM:

“ TEVHİD-İ EF’ÂL

Tevhid-i Ef’âl: Fiillerin birliği, anlamındadır.

Makamı: “Tevhid-i Ef’al.”

Zikri: “Ya FETTAH” dır.

Âlemi: “Âlemi şehadet,” madde

müşahede âlemidir.

Peygamberi: “İbrâhim (a.s.)” dır.

Lâkabı: “Halilûllah” dır.

Kelimesi: “Lâ faile illellah” Fâili mutlak

ancak ALLAH dır.

Seyr-i: “Seyr-i ilâllah” ALLAH’a seyr dir.

İdrâki: Bu mertebenin şuuru ile ileriye doğru gitmeğe gayret etmesidir.

Kûr’ân-ı Keriym; Fussilet Sûresi (41/53) Âyetinde bu mevzua işaret vardır.

ا ق و ا ا

ا “Senürihim Âyatina fil âfaki vefi enfüsihim hatta yetebeyyene lehüm ennehül Hakk’u”

Meâlen; 41/53. Yakında onlara ufuklarda ve kendi nefslerinde olan âyetlerimizi göstereceğiz, tâki, onlar için O'nun hakk olduğu ortaya çıksın.

Hâli: Bu mertebenin hâli ile hallenmektir.

---------

104

Page 107: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

107

Şu âyet-i kerîme Hakk’ın bize, bire bir konuşma-sından ve gerçek bir ümit vermesinden başka bir şey değildir, “fil âfakî” ve fî “enfüsihim” âfakın içinde ve nefislerinin içinde, yani Ulûhiyet işaretlerini daha bu âlemde size göstereceğiz. Ama yakında, neden? Çünkü bu bir irfaniyyet çalışmasıdır hemen olmaz, nefs terbiyesi lâzım gelmektedir. Bunun oluşması için çalışmamız gerekmektedir.

Her şey öyle kolayca kazanılmaz, kolay kazanılan kolayca kaybedilir, zor kazanılan da elden zor çıkar.

Enfüs ve âfak’ta hiçbir şey ayırmadan, güneşte yerde yıldızlarda, diğer varlıklarda da demesi, bütün bu varlıklarında birer âyet olduğunu, böylece bildirmiş oluyor, ve bu âlem kur’ân-ı kerîmin dört halinden bir tanesidir. Bu âlem, fiili ve tafsili kur’ân’dır. Kur’ân da ne varsa bu âlemde vardır, ve bu âlemde ne varsa Kur’ân da vardır. Kur’ân-ı kerîm’in dört tanıtım hali şöyledir.

1) Elimizdeki, Mushaf-ı şerif, sahifeli, tenzili kur’ân.

2) Elif lâm mim, kur’ân-ı.

3) Bahsedilen âlemlerde yaygın, tafsili ve fiziki kur’ân

4) Kur’ân-ı nâtık olan, Kâmil insân’dır.

İşte bu dört mertebeyi idrak etmiş olanlar, ancak gerçek kur’ân okuyanlardır.

Görüldüğü gibi âyette evvelâ âfaktan bahsedil-mektedir, neden,? çünkü bu mertebede hedef âfaktır. Buraya gelinceye kadar enfüsinin zâten idrak edilmiş olması gerekmektedir. Daha evvelki çalışmalar nefs bölümü görülmüş olmakta idi, daha evvel nefsler görüldü, ancak buraya kadar görülen bireysel nefislerdir, kişinin kendi beşeriyet varlığı yönünden görülmektedir, burada ise nefislerle, âfakın birleştirilmesi vardır, âfak dediğimiz hususta gene bu nefsimizle idrak edilecektir, bu da gene nefs üzerinde olacaktır, evvelâ âfaki

105

Page 108: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

108

önümüzde ki olan bu seyri alacak olan yerimiz gene enfüsî olan yönümüzdür. İşte nefs-î ma’nâ da “men arafe……” ile kişi kendini tanımaz ise bu âyet’in işaret ettiği ma’nâ da âfaki olarak kendini tanıması mümkün değildir.

Ancak kişinin nefsinin bu âfaki halleri anlamasının sağlanması gerekmektedir. Yakında, âfakta ve nefislerin-deki âyetlerimizi onlara göstereceğiz, açık ve seçik olarak ifade edilmektedir, ancak bizim gözümüz kapalı olursa, bize ne olursa olsun, gösterildiğinde görmemiz mümkün olmayacaktır.

Aslında “kevn/varlık” filmi hep gözümüzün önünde oynayıp durmaktadır, ancak biz günlük işlerle şartlanmış olduğumuzdan, aynen bu hayal âlemi filminin oynandı-ğından haberimiz bile olmamaktadır, ayrıca bizlerde içinde oyuncu olduğumuz halde.

Hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakku, tâki onlar için O’nun Hakk olduğu ortaya çıksın, yani bütün âlemlerde, Cenâb-ı Hakk’ın “zahera” ismi ile zuhurda olduğu açık olarak, ve Hakk olarak, ortaya çıksın.

Bu hususta ehlullahtan birisi, (zuhurunun şiddeti kendisine perde oldu) demiştir, gerçektende öyle şiddetli zuhuru İlâhi vardırki, onun şiddeti kendisini görmeye perde olmuş sebeblere bağlanılmıştır. Günün başlaması, hergün güneşin doğması, “toprak, su, ateş, hava’yı” istediğimiz gib kullanabilmemiz, bunların hakitine nüfûz etmemize gerçekten bize perde olmaktadır.

Diğer taraftan başka bir irfan ehli ise, “eğer âlemler Hakk’ın varlığına perde olsaydı! Hakk onları halkedermi idi!? Demek sûreti ile daha başka bir mertebeden başka bir görüş belirtmiştir.

Gerçektende âyet-i kerîme ne kadar açık ne müthiş gerçekleri bizlere aktarmaktadır. İnsan hayretler içinde kalmaktadır. Ne kadar açık, Hakk bizlere bu kadar yakın

106

Page 109: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

109

iken, ancak biz onun yukarılarda ötelerde olduğuna, beşeri tenzîh ile şartlandığımız için bu yakın’lığın ve yakîn’ liğin farkında olamıyoruz. Cenâb-ı Hakk bizlere açık olarak “göstereceğiz” diyor, Allah’ın sözüne itimad edilmezmi?

“Göstereceğiz” dediği zaman, görecek olanda var demektir. Görecek kimse olmasa, “göstereceğiz,” sözüde zâten olmazdı. Bu âlemlerin “semâvat ve arz ve aralarında olanların” Zâten Hakk olduğu âyet-i kerîmelerle, açık olarak belirtilmiştir, yeterki biz irfani yönden ne gördüğümüzü, görmesini idrak edelim, görme aslında bir idrak işidir, basarla görülenin zâhiri, basiretle ise o görülenin bâtını/hakikati, görülmüş idrak edilmiş olur, bu ise bir eğitim işidir.

İşte âyet-i kerîmenin işaret ettiği idrak yaşantısı budur, bütün bunları idrak edebilmemiz için evvelâ kendi kimliğimizi bulup tesbit etmemiz lâzım’dır. Buradan sonraki seyrimiz, “sıratullah”tır, onun başlangıcı da burasıdır ve hadîs-i şerîfin ikinci kısmının, yani “ancak rabb-ini bilir” bölümünün yaşam hakikatinin başladığı yerdir.

Eve lem yekfi birabbike, öyle ise bu hususlar hakkında rabbın sana kâfi değilmidir? ennehû alâ kulli şey'in şehîd, Rabbinin, her şeye şâhit olması yetmez mi?” Şahit müşahede ehli, hadiseyi görerek bilen kimsedir. İşte bütün âlemlerde Cenâb-ı Hakk “basîr” ismiyle görür, “Şahid” ismi ilede müşahede eder, bu müşahedesi ise bir mertebede, kendi zâtı ile, diğer mertebede ise, irfan ehlinin zât-ı ile oradan görür, peygamberimizin de bir vasfı şahittir. Bütün insanlarda bu âlemde ne gördüler ise, onun üzerine şahittirler, ve şahid oldukları kendilerince ne ise onu tasdik etmişlerdir, onların istikameti hedefleride rabblarıda odur, ve oraya döndürüleceklerdir.

Bundan sonraki âyet-i kerîme de bu hususta şüphesi

107

Page 110: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

110

olanlar hakkında bilgi vermektedir.

-------------------

ا ء ا ا ء ر ا (41/54) – (Elâ innehum fî miryetin min likâi rabbihim, elâ innehû bikulli şey'in muhît.) (41/54) – “İyi bilin ki, onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki, O, her şeyi kuşatandır.” -------------------

Elâ innehum, iyi bilinki onlar, âlemlerde ve kendi varlıklarında Hakk’ın varlığının olmadığını kendileri, kendilerini meydana getirdiklerini zannedip, benim aklım bana yeter, diyen nefislerinin hükmü altında olan tutsak akılları ile değerlendirdikleri ve tabiat dedikleri bu âlemleri onlar, Hakk’ın varlığından ayrı zannettiler.

Fî miryetin min likâi rabbihim, işte bu düşünce-lerinden dolayı, onlar Rabb’larına kavuşmaktan kuşku içindedirler. Aslında bütün işler ve varlıklar Hakk’tan gelmiş Hakk’a döneceklerdir, ancak bu hakikati sadece burada tahsil eden irfan ehilleri idrak edecektir, diğerleri ise bu hayatı hangi mertebeden yaşamış ise o mertebeden Hakk’a döneceklerdir, ancak kendileri bundan mahcub/perdeli olduklarından ahrette haklarında mahkeme-i Kübra da hangi mahal tayin edilmişse, tayinleri oraya çıkıp, oraya gönderilecekler böylece onlarda o mertebeleri itibari ile o mertebeden Hakk’a mülâki/ulaşmış olacaklardır, yani kimileri mudil ismi yönüyle kimileri Celâl ismi yönüyle kimileri kahhâr ismi yönüyle Hakk’a “likâ” mülâki olacaklardır, irfan ehli ise, Zat ismi yönünden Allah’a mülâki “lika” bulmuş olacaklardır.

Elâ innehû bikulli şey'in muhît, işte böylece çok iyi

108

Page 111: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

111

bilin ki, O, Muhit ismiyle hem içerden hem dışarıdan bütün varlığı sarmıştır, O’nun varlığından başka hiçbir varlık yoktur, görülenler O’nun isimlerinin zuhurlarıdır, sûretleri halk ismi ile anılır bâtınları ise Hakk ismiyle bilinir.

-------------------

(Hicr/15/85) âyet-i kerîmesiyle yolumuzun sonuna getirmiş olalım

-------------------

(15/85) (Vemâ haleknassemâvâti vel ardı vemâ beyne hüma illâ bil Hakkı.)

(15/85) “semâvât ve arzı ve aralarında olanları halketmedik! Ancak Hakk olarak halkettik.

-------------------

“Semâvât ve arzı ve aralarında olanları halketmedik!” Âyet-i kerîmenin bu bölümü, olumsuz olarak ifade edilmektedir ancak bu tür âyet-i kerîmeler kur’ân-ı kerîm de birçok yerde geçmektedir. Bu ifadeler şu demektir, “……….halketmedik,” derken ancak o halkedilmeyenlerin bir varlığından söz edilmektedir, o halde bahsedilen varlıklar henüz daha ilmi İlâhiye de ilmi proje/plânlar olarak vardır, ancak daha zuhur zamanları gelmemiştir, o yüzden halkedilmemişler, denmektedir.

“illâ bil Hakkı” “Ancak Hakk olarak halkettik.” Vakti geldiği zaman nefes-i Rahmâni ile bütün varlıkları âlemleri sonsuz semâya yaydık yani ancak “Hakk” olarak halkettik. Bunların dışı halk içi de Hakk ismi ile bina oldular. İşte bu yüzden de ister Hakk de, ister halk de, her ikiside hakk’a aittir, biri zâhiri biri bâtını içi’dir.

Bu yolculuğumuzu da burada bitirelim fakirin kısa izahları bunlar, bunlardan çoğunu kıyasen çıkaracak olan siz okurlarımızsınız. Cenâb-ı Hakk her birerlerimize kendi hakikatlerini idarak edecek ilmi ledün ve ilmi yakîninden

109

Page 112: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

112

nasib etsin. Bu duamız ile birlikte hiçbir zaman çalışmayı elden bırakmayalım, çünkü bu hayatımızdan başka çalışacak vaktimiz ve zamanımız olmayacaktır.

Bunlar bizden sizlere karşılıksız olarak, içinde bulunduğumuz Ramazanın ve Kadir gecesinin bereke-tinden hediye ve armağan olsun.

Allah Hakk söyler, Hakk’ı söyler, muvaffakiyyet Hakk’tan’dır.

Selâmlar hoşça kalın, el fakir Necdet Ardıç Uşşaki, Terzi Baba.

(13/14/Temmuz/2015/Ramazanının kadir gecesi. (1,30)

-------------------

110

Page 113: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

113

Terzi Baba kitapları sıra listesi

KAYNAKÇA 1. KÛR’ÂN VE HADîS : 2. VEHB : Hakk’ın hibe yoluyla verdiği ilim. 3. KESB : Çalışılarak kazanılan ilim. 4. NAKİL : Muhtelif eserlerden, Mesnevi’i şerif, İnsân-ı Kâmil, Fusûsu’l Hikem ve sohbetlemizden müşahede ile toplanan ilim.

“DAHA EVVELCE ÇIKAN KİTAPLARIMIZ”

(Gönülden Esintiler)

1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 3. İrfan Mektebi, Hakk Yolu’nun Seyr defteri: 4. Lübb’ül Lübb Özün Özü, (Osmanlıca’dan çeviri): 5. Salât- Namaz ve Ezan-ı muhammedi’de Bazı hakikatler: “İngilizce, İspanyolca” 6. İslâm’da Mübarek Geceler, bayramlar ve Hakikatleri: (Fransızca) 7. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 8. Tuhfetu’l Uşşâkiyye, (Osmanlıca’dan çeviri): 9. Sûre-i Rahmân ve Rahmâniyyet: 10. Kelime-i Tevhid, değişik yönleriyle: 11. Vâhy ve Cebrâil: 12. Terzi Baba (1) ve Necm Sûresi: 13. (13) On üç ve Hakikat-i İlâhiyye: 14. İrfan mektebi, “Hakk yolu”nun seyr defteri ve

111

Page 114: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

114

şerhi 15. 6 Pey- (1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 16. Divân (3) 17. Kevkeb. Kayan yıldızlar. 18. Peygamberimizi rû’ya-da görmek. 19. Sûre-i Feth ve fethin hakikat-i. 20. Terzi Baba Umre (2009) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 22. Sûre-i Yûsuf ve dervişlik: 23. Değmez dosyası: 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 25. -1-Köle ve incir dosyası: 26. Bir zuhûrât’ın düşündürdükleri: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 28. Kûr’ân’da Tesbîh ve Zikr: 29. Karınca, Neml Sûresi: 30. Meryem Sûresi: 31. Kehf Sûresi: 32. 3-Terzi Baba İstişare dosyası: 33. Terzi Baba Umre dosyası: (2010) 34. -3-Bakara dosyası: 35. Fâtiha Sûresi: 36. Bakara Sûresi: 37. Necm Sûresi: 38. İsrâ Sûresi: 39. Terzi Baba: (2) 40. Âl-i İmrân Sûresi: 41. İnci tezgâhı: 42. 4-Nisâ Sûresi: 43. 5-Mâide Sûresi: 44. 7-A’raf Sûresi: 45. 14-İbrâhîm Sûresi: 46. İngilizce, Salât-Namaz: 47. İspanyolca, Salât-Namaz: 48. Fransızca İrfan mektebi: 49. 36-Yâ’sîn, Sûresi:

112

Page 115: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

115

50. 76-İnsân, Sûresi: 51. 81-Tekvir, Sûresi: 52. 89-Fecr, Sûresi: 53. Hazmi Tura: 54. 95-Beled-Tîn, Sûresi: 55. 28- Kasas, Sûresi: 56. İrfan-Mek-Şer-Fransızca-Baba: 57. 20-TÂ HÂ Sûresi: 58. Mirat-ül-İrfan-ve-şerhi: 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) 62. -4-Bir ressam hikâyesi: 63. İnci mercan tezgâhı 64. Ölüm hakkında: 65. Reşehatt’an bölümler: 66. Risâle-i Gavsiyye: 67. 067-Mülk Sûresi: 68. 1-Namaz Sûrereleri: 69. 2-Namaz Sûrereleri: 70. Yahova Şahitleri: 71. Mü-Geceler-Fran-les-nuits: 72. Îman bahsi: 73. Celâl ve İkram: 74. 2012 Umre dosyası: 75. Gülşen-i Râz şerhi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 77. Aşk ve muhabbet yolu: 78. A’yân-ı sâbite. Kazâ ve kader: 79- Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 82- Mektuplarda yolculuk-M.Nusret-Tura. 83- 2013 Umre dosyası. 84- Nusret Tura-Vecizeler ve ata sözleri. 85- Nusret Tura-Tasavvufta aşk ve gönül.

113

Page 116: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

116

86- Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. 89- 6-Her şey merkezinde hikâyesi. 90- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (1) şerhi. 91- Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13) 92- İnsân-ı Kâmil A.K.C. Cild (2) şerhi. 93- 7. İngilizce. İslâm, İmân, İhsân, İkân, (Cibril Hadîs’i): 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 95- Terzi Baba-(8) İstişare dosyası. 96- 41-Fussilet Sûresi. 97- 2015 Umre dosyası. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. 99- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. 100-14-İrfan mektebi ve şerhi-İspanyolca. 101- Bosna Hersek dosyası. 102-14-İrfan mektebi ve şerhi-İngilizce. ------------------------- Altı peygamber serisi: 15. 6 Pey-(1) Hz. Âdem Safiyyullah (a.s.) 21. 6 Pey-(2) Hz. Nûh Neciyyullah: (a.s.) 24. 6 Pey-(3) Hz. İbrâhîm Halîlûllah: (a.s.) 59. 6 Pey-(4) Hz. Mûsâ Kelîlmullah: (a.s.) 60. 6 Pey-(5) Hz. Îsâ Rûhullah: (a.s.) 61. 6 Pey-(6) Hz. Muhammed: (s.a.v.) ------------------------- Terzi Baba kitapları serisi: 12- 1-Terzi Baba-(1) 39- 2-Terzi Baba-(2) 32- 3-Terzi Baba-(3) İstişare dosyası. 79- 4-Terzi Baba-(4) İstişare dosyası. 80- 5-Terzi Baba-(5) İstişare dosyası. 86- 6-Terzi Baba-(6) İstişare dosyası. 91- 7-Terzi Baba (7) Biismi has “Selâm” (13)

114

Page 117: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

117

95- 8-Terzi Baba-(8) İstişare dosyası. 99- 9- Terzi Baba-(9) İstişare dosyası. ------------------------- Bir hikâye birçok yorum serisi. 25. -1-Köle ve incir dosyası: 27. -2-Genç ve elmas dosyası: 34. -3-Bakara dosyası: 61. -4-Bir ressam hikâyesi: 76. -5-Doğdular, yaşadılar hikâyesi: 89. -6-Her şey merkezinde hikâyesi. ------------------------- Dîvanlar serisi: 1. Necdet Divanı: 2. Hacc Divanı: 16. Divân (3) 87- Terzi Baba-İlâhiler derleme. 88- Nusret Tura-Divanı. ------------------------- İbretlik dosyalar serisi: 17. Kevkeb. Kayan yıldızlar. 23. Değmez dosyası: 81- Hayal vâdîsi’nin çıkmaz sokakları: 94- Mescid-i Dırarr-Kubbet-ul Kara. 98- Solan bahçenin kuruyan gülleri. ------------------------ Mektuplar ve zuhuratlar serisi: Terzi Baba İnternet dosyaları: ------------------------ Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 1-2- 3-4-5- 6-7- 8- 9- 10-

115

Page 118: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

118

Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 11- 12- 13- 14- 15- 16-17- 18- 19-20- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar . 21- 22-23- 24-25- 26-27- 28-29-30- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 31-32-33- 34-35- 36- 37- 38- 39-40- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 41- 42-43- 44-45- 46-47-48- 49-50- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 51-52- 53-54-55- 56-57- 58-59- 60- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 61- 62-63-64-65-66- 67-68- 69-70- Terzi-Baba-Mektuplar ve zuhuratlar. 71-72-73 Kitaplar devam ediyor şu an Yekün= (102/73=175)

116

Page 119: KÛR’ÂN-ı KERÎM’de YOLCULUK»re… · kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke'de inmiştir. (54) (ellidört) âyettir.

119

NECDET ARDIÇ Büro : Ertuğrul mah. Hüseyin Pehlivan caddesi no. 29/4 Servet Apt. 59 100 Tekirdağ. Ev : 100 yıl Mahallesi uğur Mumcu Cad. Ata Kent sitesi A Blok kat 3 D. 13. 59 100 Tekirdağ Tel (ev) : (0282) 261 43 18 Cep : (0533) 774 39 37 Veb sayfası: Amerika: <http:// necdetardic. org/ Veb sayfası: Amerika: <www.necdetardic.info> Veb sayfası: Almanya: <www.terzibaba.com> Radyo adresi (form): <terzibaba13.com> İnternet, MSN Adresi: Necdet Ardıç <[email protected] ------------------------------------------------------------------

117