ZORLU PSM MAG. 05 · ZORLU PSM MAG. 7 Eylül-Ekim The Humans Sons of Prophet’tan sonra Stephen...
Transcript of ZORLU PSM MAG. 05 · ZORLU PSM MAG. 7 Eylül-Ekim The Humans Sons of Prophet’tan sonra Stephen...
ZORLU PSM MAG. 1 Ey l ü l - E k im
ZORLU PSM MAG. 05
ZORLU PSM MAG. 3 Ey l ü l - E k im
Facebook.com/ZorluPerformansSanatlariMerkezi
Twitter.com/ZorluPSM
Youtube.com/ZorluCenterPSM
Instagram.com/Zorlu_PSM
Pinterest.com/ZorluCenterPSM
Harikalarla dolu yeni sezonun açılışını yapacak seslerarası deneyim MIX Festival'da sahne alacak isimlere kulak verin!
Ünlü müzisyenler, heyecan verici gruplar, dünya sahnesine damga vurmuş müzikal ve oyunlar, festivaller, tiyatrolar... Zorlu PSM 4. Sezon programının bir bölümü karşınızda!
06 10
32 38
14 18
46 54
20 28
60 66
06broadway, tiyatro, müzikal, sergiDÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
10 ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
14dünyanın en iyi stüdyoları
3, 2, 1... KAYIT!
18 beş albüm
TUHAF YERLER, NEFİS KAYITLAR
20 korku ve sinemanın ortaklığı
TÜYLER ÜRPERTEN SERGİLER
24 tiyatroya taşınan ürkütücü hikâyeler
SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ
28 teknoloji ve moda dünyasının son
dönem buluşmasıMODANIN GELECEĞİ
32 seslerarası bir deneyim
4. SEZON MIX FESTIVAL'LA BAŞLIYOR
38 farklı uçlardan doğan eşsizlik
MODERAT
42 movies in concert
TITANIC LIVE
44 bilmedikleriniz
FABIO & GROOVERIDER
46 İngiltere kulüplerinden tüm dünyaya
DRUM & BASS’İN 25 YILI
52 bilmedikleriniz
MIKE STERN & DAVE WECKL
54 heyecan verici isimler
GÜNÜMÜZÜN 15 DAVULCUSU
58bilmedikleriniz
KADEBOSTANY
60 müzik tarihinden klasikler
JOSÉ FELICIANO YORUMUYLA
64 bilmedikleriniz
MARK ELIYAHU
66 dinleyiciyi hayallere daldırmak
FENNESZ
68 sahne arkası
MUTFAK
70 #psmblog
HOLLYWOOD YÖNETMENLERİNİN BROADWAY SERÜVENİ
ZORLU PSM MAG. 5 Ey l ü l - E k im
Shakespeare'in Romeo and Juliet'inden ilham alarak
hikâyesini 1950'lerin New York'unun sosyal
dinamikleri ortasında ören, tüm zamanların en sevilen müzikallerinden biri olan West Side Story, 1-18 Mart 2017'de Zorlu PSM'de.
Detaylar zorlupsm.com'da.
ZORLU PSM MAG. 7 Ey l ü l - E k im
The HumansSons of Prophet’tan sonra Stephen Karam’ın elinden çıkan son oyun The Humans, orta sınıf Amerikalı bir ailenin yaşlılık, hastalık, ekonomik sıkıntı ve hayal kırıklığıyla baş edişine odaklanan, komedi ve dram arasında gidip gelen bir yapım. The Humans, Blake ailesinin Şükran Günü için Manhattan’da, ufak ve eski bir apartmanda bir araya gelişini sahneliyor. David Zinn, dışarıdan gelen sesler ve akşam yaklaştıkça azalan ışıklarla gittikçe karartılan iki katlı dairenin içerisinde, hayatın içinden buruk ve hareket halinde bir kesit sunuyor. Prodüksiyonunu deneyimli yönetmen Joe Mantello’nun (Assassins, Take Me Out) üstlendiği oyun, 2016’da En İyi Tiyatro Oyunu, Kadın Oyuncu ve Erkek Oyuncu dahil olmak üzere dört tane Tony ödülü kazandı, Drama dalında ise Pulitzer ödülüne finalist olarak seçildi. Bol ödüllü oyuncular Reed Birney ve Jane Houdyshell ile Cassie Beck, Arian Moayed, Lauren Klein ve Sarah Steele’in aralarında olduğu orijinal kadrosuyla hâlâ yoluna devam eden yapım, sene sonuna kadar Broadway’de izlenebilecek.
The EncounterWest End’de yakaladığı başarıdan sonra
Broadway’de açılacak olan Simon McBurney’nin tek kişilik oyunu The Encounter, kullandığı
yenilikçi teknolojilerle seyircinin farklı duyularını harekete geçirerek, Londra’dan
Amazon ormanlarına kadar uzanan sürükleyici bir deneyim vadediyor. 2015’te Edinburgh
Festivali'nde prömiyerini yapan ve Complicite Tiyatro Topluluğu işbirliğiyle sahnelenen
oyun, Petru Popescu’nun Amazon Beaming adlı kitabından uyarlanmış ve National Geographic
foto muhabiri Loren McIntyre’ın 1960’lı yıllarda Brezilya ve Peru sınırında kaybolduğu günlerde
yerli kabilelerle olan deneyimlerini aktarıyor. Tony ödüllü Simon McBurney’nin elinde, zaman,
yalnızlık ve hafıza üzerine düşündürücü bir öyküye dönüşen The Encounter, Eylül sonundan
Ocak’ın ilk haftasına kadar izlenebilecek.
DÜNYA SAHNELERİNDE NELER OLUYOR?
Sonbahar sezonundan göze çarpan tiyatro, müzikal, sergi ve sahne performanslarına göz atıyoruz.
Yazı Leyla Aksu
broadway, tiyatro, müzikal, sergi
ZORLU PSM MAG. 9 Ey l ü l - E k im
No Man’s LandUsta oyuncular Sir Ian McKellen ve Sir Patrick Stewart’ın başını çektiği Harold
Pinter uyarlaması No Man’s Land, Broadway sahnesinde soluklanıp İngiltere’yi turladıktan
sonra, Eylül ayında West End sahnesine geliyor. Biri daha başarılı ötekiyse pejmürde, iki yaşlıca yazarın bir yaz gecesinde birbirlerini buldukları
bardan eve taşınan eğlencelerine odaklanan oyun, karakterlerin gittikçe renklenen, gerçekle hayalin arasında gezinen anıları ve hikâyeleriyle
şekilleniyor; gecenin ilerleyen saatlerinde eve başkalarının da gelmesiyle karmaşıklaşan
bir güç çekişmesine yer veriyor. Daha önce sahnede Christopher Plummer ve Michael
Gambon gibi isimleri de ağırlayan, niyetlerin ve gerçeklerin bir türlü kestirilemediği, yalnızlık ve yaşlılığın da baş gösterdiği No Man’s Land, güncel uyarlamasında iki başrol oyuncusunun
yanında Owen Teale ve Damien Molony’i sunuyor. Nobel ödüllü Pinter’in ilk defa 1974
yılında sahnelenen bu oyunu, Sean Mathias’ın yönetmenliğinde 17 Aralık'a kadar Londra
sahnesinde.
Something Rotten!Müzikaller, Broadway kültürü ve Shakespeare ile (kısaca kendisine
ilham olmuş her şeyle) bir miktar dalga geçerken, yüksek sanatla abartılı komediyi harmanlamayı başaran Something Rotten!,
2015’ten beri Broadway sahnesinin vazgeçilmezlerinden biri. Bir Grammy
ve dokuz Tony adaylığı bulunan bu parodi-müzikal, Rönesans dönemi
İngiltere’sinde Nick ve Nigel Bottom adlı iki yazar kardeşin, dönemin rock yıldızı
olan Shakespear’ın gölgesinden sıyrılma çabalarını ve dünyanın ilk müzikalini yaratma maceralarını odağına alıyor. Nostradamus ve Shylock gibi tarihî
karakterlerin yeniden hayat bulduğu, geçmiş oyunlar ve müzikallerden
referansların da ağırlıkta olduğu Something Rotten!, Book of Mormon ve Aladdin gibi
başarılı müzikallere imza atmış Casey Nicholaw’ın yönetmenliğinde 2017’ye
kadar sahnede kalıyor.
The EntertainerSir Kenneth Branagh’nın başında olduğu tiyatro grubunun West End sezonunu kapayacak olan The Entertainer, John Osborne’un 1957 yılında yazdığı oyunun yepyeni bir uyarlaması olacak. Savaş sonrası İngiltere’de yaşayan başarısız bir müzik ve dans adamı olan Archie Rice ile ailesinin döküntü bir gazinoda geçen hayatları ve gerçekleşemeyen hayallerini konu edinen, drama, varyete ve hicvin kesiştiği bu modern klasik, yaptığı işten dolayı ruhu sönükleşen bir adamın ve ailesindeki farklı nesillerin gerçeklerle nasıl yüzleştiğine, kendilerini dışarıya nasıl yansıttığına bakıyor. Laurence Olivier, Jack Lemmon ve Michael Gambon gibi ustaların daha önce ele aldığı Archie Rice rolünde Kenneth Branagh’yı göreceğimiz bu yapım, Kasım ortasına kadar sahnede olacak. 27 Ekim’de ise dünya çapında sinema perdelerinde gösterilecek.
Balede BalanchineNew York City Ballet, bu sonbahar sezonunda efsanevi kurucuları Balanchine’e ithafen iki ayrı programla seyirci karşısına çıkıyor. Yirminci yüzyılın en önemli ve özgün koreograflarından olan Balanchine, klasik baleyi modern kavramlar ve farklı tekniklerle bir araya getiren Amerikan balesinin atası sayılıyor. Topluluğun sahneleyeceği programlardan ilki “Balanchine Black & White: All Stravinsky”, sade olduğu kadar çarpıcı olan “mayo” baleleri ve pas de deux’larla ünlü koreografın neoklasik stilini ve Stravinsky’le olan işbirliğini kutlarken, “Balanchine X Vienna” ise sanat ve kültürün odak noktası olan Viyana şehrinden ilham almış besteciler Mozart, Wobern, Lehár ve Johann ile Richard Strauss’un müziğine hazırlanan, biri kraliyet zarafetinde, biri minimalist, biri de vals olan üç farklı Balanchine balesini bir araya getiriyor. Her iki program da, Eylül ayının sonunda David H. Koch Tiyatrosu’nda.
Kai Althoff: and then leave me to the common swifts(und dann überlasst mish den Mauerseglern)Alman görsel sanatçı ve müzisyen Kai Althoff ’un uzun zamandır Amerika’da gerçekleşen ilk kapsamlı sergisi, sanatçının kariyerinden iki yüz farklı eseri bir araya getirecek. Althoff ’un çoklu ortamda, resim, heykel, seramik, video, tekstil, kolaj ve objeleri birbirinin içine geçirdiği parçaları, daima günümüz kültürü ve tarihin folk geleneklerinden, farklı sanat akımları ve sembollerinden ödünç alıyor. Aldığı bu farklı ilhamları yerleştirmelerinde yeni dünyalara, kendi anıları ve hayallerine dönüştüren Althoff, bu retrospektifinde eserlerini orijinal hallerinde sergilemiyor. Bunun yerine, sanatçıyı işleri ve geçmişiyle tekrar yüzleştiriyor; kendi tarihini baştan sona yeniden tasarlayıp, çalışmalarından yeni anlamlar, kombinasyonlar ve duygular çıkarmayı hedefliyor. Sergi, Laura Hoptman ile Margaret Ewing’in küratörlüğünde, Eylül’ün 18’inden itibaren MoMA’da izlenebiliyor.
Som
ethin
g Rot
ten!
ZORLU PSM MAG. 11 Ey l ü l - E k im
Pixies Head Carrier
M.I.AA.I.M
Regina Spektor
Remember Us To Life
Nick Cave and the Bad Seeds
Skeleton
S U R V I V E
RR7349
WarpaintHeads Up
Goat Requiem
BanksThe Altar
Norah Jones
Day Breaks
Sophie Ellis-Bextor
Familia
ne var ne yok
MÜZİK DÜNYASINDAN HAVADİSLER
Sonbaharın bereketiyle kulakların bayram ettiği bugünlerde, sene sonu listelerini sarsma ihtimali olan yeni albümleri
ve müzik dünyasında gündem yaratan farklı haberleri sizin için derledik.
Yazı Busen Dostgül
Dav
id L
ynch
& C
hrys
ta B
ell
Yeni albümlere kulak verin
M.I.A – A.I.M (Interscope)
Son yıllara damgasını vuran hip-hop sanatçısı M.I.A; yeni albümünü Diplo ve Skrillex gibi
isimlerle kaydetti.
Nick Cave and the Bad Seeds – Skeleton Tree (Bad Seed Ltd)
Nick Cave, yeni albümünü One More Time with Feeling isimli bir Andrew Dominik belgeseliyle
müzikseverlerle buluşturuyor.
Warpaint – Heads Up (Rough Trade)
Los Angeleslı indie-rock topluluğu, beş ay gibi kısa bir zamanda kaydettiği üçüncü stüdyo albümü Heads Up ile kulaklarınızın pasını
almaya geliyor.
Banks – The Altar (Harvest)
Geçtiğimiz seneyi The Weeknd ile turneye çıkarak kapayan Amerikalı şarkıcı, yeni
albümünden “Mind Games” ve “Gemini Feed” adlı single’ları hayranlarıyla buluşturdu.
Sophie Ellis-Bextor - Familia (EBGB’s)
İngiliz şarkıcının iki yıl aranın ardından yayınlamaya hazırlandığı altıncı stüdyo
albümünü Ed Harcourt ile birlikte kaydettiğinin müjdesini verelim.
Pixies – Head Carrier (Pixiesmusic & PIAS)2014 çıkışlı Indie Cindy ile harika bir geri dönüş yapan Pixies, heyecanla beklenen yeni albümünde prodüktör Tom Dalgety ile çalıştı.
Regina Spektor – Remember Us To Life (Warner Bros.)Indie pop ve folk türündeki çalışmalarıyla gönüllere taht kuran Regina Spektor’un “Bleeding Heart” single’ıyla müjdelediği yeni kaydı, kariyerinin yedinci albüm çalışması.
S U R V I V E - RR7349 (Rough Trade)Netflix dizisi Stranger Things’in müziklerine imza atan Avustralyalı topluluğun ilk albümü RR7349 için heyecan dolu bekleyiş bitiyor.
Goat – Requiem (Sub Pop)İsveçli deneysel ve psikedelik rock grubu Goat, kendilerine has tarzıyla bezediği yeni albümünü 7 Ekim’de sevenleriyle paylaşıyor.
Norah Jones – Day Breaks (Blue Note)Amerikalı şarkıcı Norah Jones, yeni albümü için Neil Young, Duke Ellington ve Horace Silver’dan birer şarkı yorumladı.
ZORLU PSM MAG. 13 Ey l ü l - E k im
Pink
Floy
d
Mas
sive A
ttack
Massive Attack’i durdurmak imkânsız Bu yılın belki en heyecan verici
haberlerinden biri Massive Attack’ın yeni şarkılar yayınlayacak olmasıydı.
Ocak ayında Fantom isimli bir uygulama aracılığı ile açıkladıkları albüm detayları
ilk EP Ritual Spirit’e aitti. Young Fathers, Roots Manuva, Azekel gibi isimlerin yanı sıra efsanevi Massive
Attack iş birlikçisi Tricky’nin de yer aldığı albümdeki parçalar için çekilen
etkileyici klipler hakkında çokça konuşuldu. Böylece müzik dünyasını her anlamıyla sallayan Massive Attack, kısa süre sonra ikinci bir EP’nin daha yolda olduğunu ve sene sona ermeden bir de
albüm yayınlayacağını duyurdu. The Spoils EP’sine adını veren şarkı için Cate Blanchett’lı bir klip hazırlayan ikili, aynı
albümde bir de Ghostpoet ortaklığıyla kaydettikleri “Come Near Me” şarkısına
yer verdi ve yeni albümde yer alacak “Dear Friend” parçasını gururla paylaştı.
David Lynch’ten yeni bir albüm geliyor 2013 yılında Sacred Bones etiketiyle yayınladığı The Big Dream’den bu yana herhangi bir albüm yayınlamayan Lynch, üç yıllık hasreti sonlandırmak için kolları sıvadı. 2011 çıkışlı This Train albümünde birlikte çalıştığı Chrysta Bell için, “O benim ilham perim” açıklamasını yapan Lynch, yeniden Bell ile çalışmanın heyecanı içinde olduğunu söylüyor. Somewhere in Nowhere isimli EP’nin prodüksiyonunu üstlenen yönetmen aynı zamanda şarkı yazmadaki ustalığını da gözler önüne sereceği şarkılar için hazırlıklarını sürdürüyor. Geçtiğimiz haftalarda albümde yer alacak “Beat the Beat” isimli parçayı paylaşan ikili, bir başka haberle daha karşımıza çıktı: yeni Twin Peaks sezonundaki bölümlerden birinde Chrysta Bell de yer alacak. Lynch’in hayranlık duyduğu Bell’in, Inland Empire filmi için de müzik yaptığını hatırlatalım.
Müzik dünyasında bunlar konuşuluyor Beatles şarkılarına adanmış Netflix dizisinin yeni sezonu geliyor
Temmuz ayının sonundan itibaren Netflix üzerinden yayınlanmaya
başlayan ve beş çocuk-böceğin hayatlarını konu eden animasyon serisi Beat Bugs, bir hayli olumlu
tepkiler almış ve kısa sürede kendi hayran kitlesini oluşturmuştu.
Dizinin ilk sezonunda tam yirmi altı bölüm yer alıyor ve her bölüm İngiliz
efsanesinin bir başka şarkısına ithaf ediliyor. Sia’nin “Blackbird”, Pink’in “Lucy In The Sky With Diamonds”, The Shins’in “The Word” parçalarını
seslendirdiği bölümlerde ayrıca Aloe Blacc, Robbie Williams, Eddie
Vedder, James Corden ve daha birçok farklı isim de kendilerine has The
Beatles yorumlarıyla yer alıyor. İkinci sezonu 18 Kasım’da başlayacak olan Beat Bugs gelen haberlere göre yeni
bölümlerinde Chris Cornell, Rod Stewart, Of Monsters And Men ve
Regina Spektor’ü ağırlıyor.
Pink Floyd Sergisi Londra’da açılıyor Efsanevi müzik topluluğu Pink Floyd’un kurucularından Syd Barrett aramızdan ayrılalı tam on yıl oldu. Kısa süre önce gelen haberlere göre de, Pink Floyd hayranlarına bir nevi teşekkür mahiyetinde olacak bir Pink Floyd Sergisi’nin, Londra’daki en büyük ve ihtişamlı mekânlardan biri olan The Victoria & Albert Museum’da açılacağı duyuruldu. Grubun bugüne kadar yayınladığı tüm albümlerin orijinal kapak çalışmaları ve Syd Barrett’ın özel eşyalarının yanı sıra büyük ölçüde grubun canlı performanslarıyla ilgili detaylara yoğunlaşacak olan ve şimdiden büyük heyecan yaratan sergide, Animals albümünün kapağındaki balonun yer alacağı da konuşulanlar arasında.
ZORLU PSM MAG. 15 Ey l ü l - E k im
Studio One / Jamaika Ska ve reggae türlerinin gelişiminde büyük yeri olan Sir Coxsone Dodd’un Jamaika’da
kurduğu Studio One; Bob Marley, Ken Boothe, Rita Marley, Marcia Griffiths gibi efsaneleri
ağırlamış bir mekân. Stüdyoyu ilerleyen yıllarda ziyaret edenler arasındaysa The Clash, UB40,
Sublime gibi isimler yer alıyor.
Abbey Road Studios / İngiltere The Beatles ile ünlenen Londra Abbey Road
Stüdyoları, sahip olduğu yenilikçi teknolojiler sayesinde birçok başka müzisyenin de evi
hâline gelmişti. The Beatles’ın meşhur Abbey Road albümünün kapağı, grubun stüdyonun
bulunduğu sokaktaki yaya geçidinde çektirdiği fotoğrafına yer veriyor ve dünyanın hem en ünlü
hem de en çok kopyalanmış albüm kapağı olarak biliniyor.
The Dungeon / Amerika Hip-hop sahnesinin en popüler kayıt stüdyolarından biri olan Atlanta’daki The Dungeon’ın 2000’li yılların başlarında Cee-Lo Green ve Danger Mouse’un muazzam projesi Gnarls Barkley’nin neredeyse doğduğu yer olduğunu söyleyebiliriz. Stüdyonun ziyaretçileri arasında Janelle Monae ve Future kolektifi de yer alıyor.
Trident Studios / İngiltere Büyük Britanya’nın bir diğer kült kayıt stüdyolardan olan Trident Stüdyoları’nda efsanevi topluluk Queen’in ilk dört albümünün yanı sıra David Bowie’nin The Rise and Fall of Ziggy Stardust ve The Spiders from Mars albümleri de kaydedilmişti. Lou Reed ve The Rolling Stones gibi isimlerin de yolları buradan geçti.
Mot
own
Hits
ville
Stu
dios
/ Am
erik
a
3, 2, 1... KAYIT! Yazı Busen Dostgül
Müzisyenler efsane şarkılarını hangi efsane mekânlarda kaydetti? İşte karşınızda İngiltere’den Amerika’ya, Jamaika’dan Galler’e
dünyanın en önemli kayıt stüdyolarından bir seçki...
dünyanın en iyi stüdyolarıTh
e Dun
geon
/ Am
erik
a
Motown Hitsville Studios Amerika Müzik tarihinin gelmiş geçmiş en tesirli plak şirketlerinden Motown’ın stüdyosunda, The Jackson 5’tan Diana Ross’a, The Supremes’den Stevie Wonder’a, The Temptations’dan The Miracles’e kadar türünde harikalar yaratmış isimlerin hepsi kayıt yaptı. Amerika’da hayranlık uyandıran kayıt stüdyolarının başında gelen Motown Hitsville Studios, Detroit’te yer almakta.
Sunset Sound Recorders Studios / Amerika Bugüne kadar iki yüzden fazla Altın Plak ödüllü albümün kaydedildiği stüdyodan çıkma iki efsanevi kayıt, Prince’in kült albümü Purple Rain ve The Beach Boys’un Pet Sounds’u. The Doors’un da ilk iki albümünü kaydettiği stüdyonun diğer konukları arasında The Rolling Stones, Guns’n’Roses, Elton John ve Led Zeppelin yer alıyor.
Rancho De La Luna Amerika Doksanların başında kurulduğundan bu yana bir nevi gizli bir sığınak olarak anlatılan Rancho De La Luna, Queens of the Stone Age kurucusu Josh Homme tarafından hazırlanan Dessert Sessions’a ev sahipliği yapmasıyla ünlendi. Stüdyoda kayıt yapmış isimlerden bazıları Kurt Vile, Foo Fighters, Iggy Pop, Gutter Twins ve Nick Oliveri.
Electric Lady Studios Amerika Gitar efsanesi Jimi Hendrix tarafından 1970 yılında inşa edilen stüdyo, Hendrix’i yalnızca dört hafta ağırlayabildi. New York’ta yer alan ve dönemin önemli isimlerinin kayıt için tercih ettiği mekânda ter dökmüş isimler arasında Patti Smith, Bob Dylan, John Lennon, The Clash’in yanı sıra günümüz gruplarından Arcade Fire, The Strokes, Daft Punk ve The Roots da sayılabilir.
Capitol Studios / AmerikaAmerikalı plak şirketi Capital Records’un New York’taki binasında bulunan Capitol Studios’un en önemli ziyaretçilerinin başında The Beastie Boys ve Frank Sinatra geliyordu. Kendi içinde üç ayrı stüdyosu olan Capitol Studios’da, Beck, Oasis, Green Day, Robbie Williams, Aaliyah ve daha birçok farklı türde üretim yapan müzisyen kayıtlarını gerçekleştirdi.
Black Ark Studios / Jamaika Dub ve reggae deyince akla ilk gelen
prodüktörlerden olan Lee “Scratch” Perry’nin stüdyosu Black Ark, özellikle Perry’nin kendine has teknikleri ve becerileri sayesinde yetmişlerin
sonlarındaki en yenilikçi stüdyolardan biri olarak tanınıyordu. Bob Marley and The Wailers, Junior
Byles, The Congos gibi müzisyenlerin çaldığı stüdyo, 1979’a kadar açık kaldı.
Air Studios / İngiltere The Beatles’ın beşinci üyesi olarak görülen, bu sene hayata veda eden prodüktör George Martin’in 1969’da Londra’da kurduğu bağımsız stüdyo, görkemli mimarisiyle efsaneleşmiş bir mekân. Albümlerin yanı sıra ünlü film ve dizi müziklerinin de kaydedildiği stüdyoda bugüne kadar Coldplay’den Van Morrisson’a, James Blake’ten Peter Gabriel’a sayısız isim kayıt yaptı.
Rockfield Studios Galler Büyük şehirlerde inşa edilmiş stüdyoların aksine doğanın içinde konumlanmış olan Rockfield Studios, dünyanın en iyi stüdyoları söz konusu olunca her zaman ilk akla gelenlerden biri. 1963 yılında bir çiftlik evinin dönüştürülmesiyle ortaya çıkan stüdyoda aralarında Queen, Motörhead, Echo & The Bunny Man, The Stranglers, Oasis, The Charlatans ve The Stone Roses’ın yer aldığı yüzü aşkın grup, uzun saatler ve günler geçirdi.
Sun Studio / Amerika Amerika’da rockabilly türünün en büyük destekçilerinden biri olan prodüktör, plak şirketi sahibi, iş adamı ve müzisyen Sam Phillip tarafından kurulan Sun Studio, aslen kapılarını Memphis Recording Service adıyla açmıştı. Rock’n’roll deyince akla ilk gelen isimlerden olan Johnny Cash, Elvis Presley, Roy Orbison, Jerry Lee Lewis ve dahası zamanında şarkılarına burada ses verdi.
ZORLU PSM MAG. 17 Temmuz -Ağu s t o s
Electric Lady Studios / Amerika
Suns
et So
und
Reco
rder
s Stu
dios
/ Am
erik
a
Black Ark Studios / Jamaika
Air S
tudi
os /
İngi
ltere
ZORLU PSM MAG. 19 Ey l ü l - E k im
Nine Inch Nails – The Downward Spiral (1994)
California’da, 10050 Cielo Drive adresinde bulunan çiftlik evi, aralarında aktris Sharon
Tate’in de bulunduğu beş kişinin 1969’da Charles Manson ve etrafındakilerden bir
araya gelen “Manson Ailesi” tarafından vahşice öldürüldüğü yer olarak hafızalara
yer etmişti. 1992’de Nine Inch Nails kurucusu Trent Reznor, bu evi tutarak içine
bir stüdyo inşa etti ve ikinci albümü The Downward Spiral’ı burada kaydetti. Reznor,
“Bu evde başa çıkmam gereken çok fazla anı var” diyerek bir yıl sonra evden çıkma
kararı aldı.
Radiohead – OK Computer (1997)1995’te Radiohead üyeleri, OK Computer
kayıtları için stüdyoları Canned Applause’da çalışmalarına başlamıştı. Küçük bir turne
için kayıtlara ara veren grup, stüdyodan pek verim alamadıkları gerekçesiyle daha
sonra İngiliz oyuncu Jane Seymour’un St Catherine malikânesinde yeniden bir
araya gelme kararı aldı. OK Computer’da yer alan parçaların tamamı, prodüktör Nigel
Godrich eşliğinde, evin balo salonu ya da görkemli merdivenleri gibi birçok farklı
yerinde özgürce ve tamamen canlı olarak kaydedildi.
Bon Iver – For Emma Forever Ago (2007)
Hem rahatsızlığı hem de grubu DeYarmond Edison’ın dağılmasından
ötürü buhranlı bir sürece giren Vernon, babasıyla avlanmak için gittiği bir kulübede,
kendini şehirden izole ederek biraz vakit geçirmeye karar vermişti. Burada beslenmek
için avlanan Vernon, üç hafta içinde besteleri üzerine çalışmaya başladı. Önce
bazı melodiler etrafında gezinip, ardından şarkı sözlerini yazan Vernon’un kendini izole ettiği bu üç aylık süreç sonucunda,
2000’lerin en iyi albümlerinden biri sayılan For Emma Forever Ago albümündeki dokuz
şarkı doğmuş oldu. Bu albüm aynı zamanda Justin Vernon’un ilk kez Bon Iver ismini
kullandığı kayıt olarak bilinmekte.
Animal Collective Campfire Songs (2003)Campfire Songs, deneysel pop türünde üretimleriyle tanınan Amerikalı grup Animal Collective’in üçüncü stüdyo albümü. Grup elemanları, bu albümle kamp şarkıları hissiyatını dinleyiciye aktarmakta kararlı olduğu için 2001 yılında bir kasım akşamı soğuğa meydan okuyarak bir kamp ateşi yakmış ve MiniDisc playerlar yardımıyla beş şarkı kaydetmişti. Bulundukları doğal ortamın kendi gürültüsü gibi birçok spontane sesin de dahil edildiği kayıtlar, Campfire Songs’u sıra dışı bir albüm yapıyor.
Zen – Bakırköy Akıl Hastanesi’nde (1999) Türkiye’nin psikedelik rock türünde deneysel müzik yapan ilk gruplarından olan Zen, aynı zamanda Baba Zula olarak tanıdığımız Murat Ertel ve Levent Akman’ın ilk müzik grubu. Zen’in 1999 tarihli bu son albümü, grubun Bakırköy Akıl Hastanesi’nin Mazhar Osman Salonu’nda hastane sakinleri eşliğinde yaptığı doğaçlama performansa yer veriyor. Albümün ilham kaynaklarının, grup elemanlarının hastanede yatmış arkadaşları ve konserin olduğu salona ismini veren psikiyatrist Mazhar Osman Uzman’ın kitapları olduğu biliniyor.
TUHAF YERLER, NEFİS KAYITLARYazı Busen Dostgül
Alışılmış yöntemlerle stüdyoda kaydedilmiş albümleri bir kenara bırakıyor ve son yirmi yıl içinde yaratıcılarının sıra dışı yerlerde, bir nevi kendilerine has
ortamlarını oluşturarak kaydettiği albümlerden bir seçkiye kulak veriyoruz.
beş albüm
ZORLU PSM MAG. 21 Ey l ü l - E k im
korku ve sinemanın ortaklığı
TÜYLER ÜRPERTEN SERGİLER
Yönetmen Guillermo del Toro’nun gündem yaratan At Home with Monsters sergisinden yola çıkarak, korku ile sinemanın uzun
beraberliğine, hazırlanmış güncel sergiler aracılığıyla göz atıyoruz.
Yazı Leyla Aksu
Guillermo del Toro: At Home with Monsters
Cronos, The Devil ’s Backbone, Pan’s Labyrinth ve Crimson Peak gibi yaptığı
yenilikçi janr filmleri kadar, korku janrına duyduğu hayranlıkla da tanınan yazar ve yönetmen Guillermo del Toro’nun
bu sergisi, “Bleak House” adını verdiği çalışma stüdyosunda bulundurduğu
yüzlerce parçadan derlenerek hazırlandı. Los Angeles County Sanat Müzesi’nde
(LACMA) Temmuz ayında açılan ve del Toro’nun yıllar boyunca biriktirdiği ve ilham aldığı eserleri kendi filmleri için
yaptığı özel çizim ve modellerle bir arada toplayan seçki, büyü, korku, ölüm ve
masumiyet gibi farklı temalar altında korku tarihinin her döneminden tablo, maket, heykel, kostüm ve objeler barındırıyor. At Home with Monsters (Canavarlarla
Evde) koleksiyonun orijinal müzikleri ve ses efektleri Gustavo Santaolalla (Amores
Perros, The Book of Life) tarafından özel olarak bestelendi. Kasım ayının ardından
serginin turneye çıkması bekleniyor.
Can’t Look Away: The Lure of Horror Film
Seattle şehrinin popüler kültür müzesi olan EMP’de kurulan bu daimi sergi,
korku sinemasından üç önemli yönetmen, Roger Corman (The Raven), Eli Roth
(Hostel) ve John Landis’in (An American Werewolf in London) seçtiği filmler
doğrultusunda ve Jacob McMurray’nin küratörlüğünde gerçekleşiyor. 2011
yılından beri ziyaretçilere insan deneyiminin bir parçası olan korkunun sinema ve biyoloji gibi farklı alanlarda
nasıl yansıtıldığını gösteren ve korku filmlerinin seyirci üzerindeki çekici
etkisini anlamaya odaklanan Can’t Look Away (Gözlerimi Alamıyorum), özel film
gösterimleri ve korku prodüksiyonlarından derlenmiş eser ile objelerin yanı sıra, özel
interaktif bölümlerinde insanları çığlık atmaya ve gölgelerinin nasıl canavarlara dönüşebileceğini izlemeye davet ediyor.
Psycho BarnMimari bir sergiye ikonik bir korku sembolü kullanarak yaklaşan Transitional Object (Psycho Barn), Nisan ayından beri New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’nin terasından şehre bakıyor. Edward Hopper’ın “House by the Railroad” tablosundan yola çıkarak yaratılan, Alfred Hitchcock’un klasik korku filmi Psycho’nun geçtiği Bates Motel’i Amerikan kültürünün bir simgesi haline gelmiş kırmızı ambar parçalarından bir araya getiren İngiliz sanatçı Cornelia Parker, müzenin üzerine inşa ettiği bu büyük, kan kırmızısı ön cephe heykeliyle klişe ve kopya üzerine düşündürücü ve eğleneli bir çalışma ortaya çıkarıyor.
Classic Monsters: The Kirk Hammett CollectionBir başka ünlü korku hayranı ve koleksiyoncusu, Metallica gitaristi Kirk Hammett’ın koleksiyonundan hazırlanan ve San Francisco Havaalanı’nın Terminal müzesinde 2015 yılında sergilenen Classic Monsters, Universal Picures’ın canavar filmlerine özellikle ağırlık veren bir sergiydi. Hammett’ın Too Much Horror Business adlı kitabında yer verdiği ve Metallica turneleriyle kendi başlattığı korku konferansında da bir kısmını halka daha önce açtığı bu seçki, müzisyenin küçüklüğünden beri topladığı modeller ve oyuncaklar, maskeler ve maketler, ender posterler ve tablolar ile yaptırdığı özel korku temalı gitarlar dahil olmak üzere birçok parçaya ve Frankenstein’ın canavarı, Mumya, Kurt Adam gibi klasik Hollywood canavarlarına kucak açıyor.
ZORLU PSM MAG. 23 Ey l ü l - E k im
John Carpenter Film Posteri Sergisiİngiltere’de Londra dışında gerçekleşen en büyük film festivali olan ve kasım ayında otuzuncusu düzenlenecek Leeds Uluslararası Film Festivali’nin geçen yılki programında korku janrının efsanevi yönetmenlerinden John Carpenter’ın filmlerine yer veren mini bir retrospektif organize edildi. Bu seçkinin yanında açılışını yapan bu özel sergiyse yönetmenin otuz yıllık film kariyerini kapsayan posterlerin çoğunu bir arada sergiledi. Klasik grafik görsellerle bezeli parçaların arasında Drew Struzan’ın yirmi dört saat içerisinde yarattığı The Thing posteri de yer alıyordu.
Deadly Poison Biraz daha küçük çaplı ve niş bir sergi olan Deadly Poison, Gana’nın özel el yapımı film posterlerine yer veren Chicago’daki Deadly Prey galerisinin arşivlerinden derlenendi. Elle boyanmış, hattâ bazen un çuvalları üzerine yağlı boyayla resmedilmiş, ülkedeki video kulüpleri ve mobil sinemalarına seyirci toplamak üzere kullanılan, çoğu zaman da filmleri henüz izlememiş sanatçılar tarafından yapılmış rengârenk korku filmi posterleri, hem Amerikan hem de Nollywood korku sinemasına yer verdi.
John
Car
pent
er F
ilm P
oster
leri S
ergi
siG
uille
rmo d
el To
ro: A
t Hom
e with
Mon
sters
Horror Made Here 2015 yılının sonbahar
aylarında, Cadılar Bayramı’na özel olarak Warner Brothers’ın
Los Angeles’taki stüdyo turuna eklenen bu sergi,
filmlerin sahne arkalarından hikâyeler, kostümler, set
parçaları ve objelerin yanı sıra Oscar kazanmış görsel
efekt uzmanı Christien Tinsley (The Passion of the
Christ, American Horror Story) tarafından seçilmiş makyaj ve
protezlere yer verdi. Freddie Krueger’ın eldiveni, The
Conjuring’deki müzik kutusu ve The Corpse Bride’ın iskeletiyle
karşılaştığınız bu kısa süreli sergi, korku filmlerinin yapım
aşamasına dair detaylı bir bakış sağlıyordu.
Terror and Wonder: The Gothic ImaginationBritish Library’de sergilenen ve korku janrına biraz daha kapsamlı ve tarihî bir bakış açısıyla yaklaşan Terror and Wonder, edebiyat, folklor, müzik, moda ve sinema dahil olmak üzere, iki yüz elli yıllık İngiliz gotik geleneğinin farklı sanat dallarında nasıl şekillendiğine, insanların ölüme karşı duyduğu meraka ve yarattıkları hayalî dünyalara bakan 2015 tarihli bir başka sergi. Sinemaya odaklanan bölümünde film kliplerine, notlarla bezeli orijinal senaryolar, kostüm tasarımları ve modellere yer veren serginin en çok göze çarpan eserleri arasında Clive Barker’ın 1987 yapımı Hellraiser’ının orijinal çizimleri ve notları ile The Shining’in baskı metni yer alıyordu.
Terr
or an
d Won
der:
The G
othi
c Im
agin
ation
ZORLU PSM MAG. 25 Ey l ü l - E k im
S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAHN
ENİN
KOR
KUTA
N KA
RAKT
ERLE
Rİ
SAHN
ENİN
KOR
KUTA
N KA
RAKT
ERLE
Rİ
01
MARQUIS DE SADE VE JEAN-PAUL MARAT İki zıt düşünürü sahnede buluşturan, tarihten ilham almış vahşet dolu bir hikâye olan Marat/
Sade, 1964’te ilk sahnelendiğinde alternatif tiyatroda çığır açan ve o dönemden bu yana seyircilerin neredeyse her prodüksiyonunda ortasında çıktığı, hattâ hastalandığı bir oyun olarak
biliniyor. Bir yandan devrim, ferdiyet ve eziyet gibi konulara değinen bu oyun içinde oyun, sadizm kavramına ismini vermiş olan, şişman, mesafeli ve küçümseyici nihilist Marquis de
Sade’ın akıl hastanesinde geçirdiği dönemde, diğer hastalara Jean-Paul Marat’ın öldürülüşünü konu eden bir oyun sahneletip, tüm sapkınlığıyla “oyuncularının” elinde durumun vahşet, kan, işkence ve çıplaklıkla kaosa sürüklenmesini izletiyor. Oyun boyunca hastalıklı ve bandajlarla
sarılı hâlde küvete hapsolan radikal düşünür Marat’ın kendi cinayetini buharlar arasında beklerken umutsuzluğa ve deliliğe bürünen şiddet ve devrim çağrıları ise gerçekleşemeyen
değişimin acımasız sesi oluyor.
02
SWEENEY TODDTim Burton ve işbirlikçisi Johnny Depp’in elinden beyazperdeye uyarlanmadan uzun yıllar önce,
ilk olarak Victoria dönemindeki ucuz romanlarda okuyucunun karşısına çıkan, daha sonra da 1973’te tiyatroya gelen Sweeney Todd, 1979’da Stephen Sondheim aracılığıyla Broadway sahnesine
Sweeney Todd, the Demon Barber of Fleet Street olarak adım attı. Haksız yere sürgüne gönderilen ve yokluğunda ailesinin başına gelenlerden dolayı intikam ateşiyle İngiltere’ye geri dönen
berber Todd, oyun boyunca hayatını elinden alan yargıca ve daha sonra da tüm müşterilerine tıraş bıçaklarıyla sessiz bir dehşet salıyor. Kendini bir yandan da bol ölümlü bir sona sürükleyen
Sweeney Todd, sahnede döktüğü kan kadar trajik olan sayılı karakterlerden. Oyunun müzikali ise korku janrının Broadway’deki en başarılı örneklerinden.
tiyatroya taşınan ürkütücü hikâyeler
SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ
Sahne ile korku janrının inişli çıkışlı beraberliği, tam anlamıyla 19. yüzyılın sonunda, Paris’in tartışmalı Le Théâtre du Grand-Guignol ’unda başlamıştı. Dehşet saçan bir berberden lisede
intikam estiren gençlere, o tarihten günümüze, korkulu sahne prodüksiyonlarını ve ikonik karakterleri hatırlıyoruz.
Yazı Leyla Aksu -- İllüstrasyon Sadi Güran
ZORLU PSM MAG. 27 Ey l ü l - E k im
S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ S A H N E N İ N K O R K U T A N K A R A K T E R L E R İ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAHNENİN KORKUTAN KARAKTERLERİ SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAH
NENİ
N KO
RKUT
AN K
ARAK
TERL
ERİ
SAHN
ENİN
KOR
KUTA
N KA
RAKT
ERLE
Rİ
SAHN
ENİN
KOR
KUTA
N KA
RAKT
ERLE
Rİ
04
05
06
CARRIEStephen King’in kaleminden ilk olarak
beyazperdeye uyarlanan Carrie’nin sahneye çıkışı oldukça çalkantılı bir hikâye. Baskıcı bir anneyle büyüyen ve okulda acımasızca dalga geçilen utangaç Carrie’nin tanıdık hikâyesi ve
yaşadığı aşağılamaların sınırına ulaştığında keşfettiği telekinetik güçleriyle kandan geçilmeyen bir katliama dönüşen ikonik intikamı, 1988 yılında seyirciyi şaşırtan
ve kutuplaştıran bir müzikal olarak Broadway’e geldi. Ancak bu müzikal,
prodüksiyonun tehlikeli teknik arızaları ve uyarlamayı yerden yere vuran
yorumlar nedeniyle açılışından üç gün sonra kapandı ve 2000’li yıllara kadar tekrar sahnelenemedi. Efektlerinin ve şarkılarının abartısı, geleneksel
korku ve kampın ortasında da seyreden havasıyla Broadway tarihinin en ilgi
çeken başarısızlık örnekleri ve finansal kayıplarından biri olan Carrie, 2012 yılında
Off-Broadway’de gerçekleşen yeni uyarlamasıyla, yıllar sonra ödüllere layık bulunarak kurtarıldı.
PATRICK BATEMAN Bret Easton Ellis’in aynı adlı romanından uyarlanan
korku ve kıyımla dolu müzikal American Psycho, zengin ve genç yatırımcı Patrick Bateman’ın
seksenlerin Wall Street’inde lüksler içinde geçen günlük hayatını konu ediniyor.
Müzikleri Dunkan Sheik tarafından hazırlanan ve 2013 yılında Matt Smith (Dr. Who) ile Londra’da
açılışını yaptıktan sonra Benjamin Walker (Bloody Bloody Andrew Jackson) ile Broadway’e
taşınan müzikal, karizmatik Bateman’ın aracılığıyla tüketim
toplumunun yüzeyselliği ve manasızlığına gönderme yaparken, karakterin gittikçe
ağır basan karanlık dürtüleri ve çaresizliği, oyun boyunca dozu ve vahşeti artan cinayetlere yol açıyor. Prodüksiyondaki kan yoğunluğunun
çokça tartışıldığı American Psycho, seyircilerini bile kana bulamasına rağmen
sürpriz bir başarı yakaladı.
03
ARTHUR KIPPSWest End sahnelerinde en uzun kalan korku hikâyesi olan ve artık okul müfredatlarında
bile yerini almış The Woman in Black, 1987’den beri minimal yapısıyla
seyircileri koltuklarında hoplatıyor. Klasik hayalet hikâyelerinden izler taşıyan bir başka oyun içinde oyun olan bu yapım, kendi geçmişinden, yaşadığı ve anlam veremediği doğa
üstü ve akıldışı deneyimlerden kurtulmaya çalışan yaşlı Arthur
Kipps’i, pragmatik, akılcı ve biraz da kibirli gençliğiyle karşı karşıya
getiriyor. Bir zamanlar pratik ve genç bir avukat olan Kipps’in, ölen bir müvekkilinin yarım kalan işlerini
sonlandırmak üzere gittiği ücra kasabada duymaya ve görmeye başladığı gizemli,
hastalıklı bir kadınla trajediye sürüklenen hayatı, geleneksel yapısına rağmen seyirci için beklenmedik korkular barındıran gerilimli bir
deneyime dönüşüyor.
VERONICA SAWYER Seksenlerin akıllara kazınan, gençlik komedisiyle
cinayeti buluşturan ve ölü sayısı da bir hayli yüksek olan kült filmi Heathers, yıllardır
beklenen televizyon uyarlaması henüz gerçekleştirilemeden, 2010 yılında,
Reefer Madness ve Legally Blonde gibi yapımların arkasındaki isimler
tarafından hiç beklenmedik bir rock müzikaline dönüştürüldü. 2014 yılında Off-Broadway’e
çıkan Heathers: The Musical, akıllı, uyumsuz ve içerisinde bulunduğu
popüler ve acımasız arkadaş grubu “Heatherlar”dan şikâyetçi olan
Veronica’nın, yeni öğrenci J.D.’nin gelişiyle karamsar şakalardan felakete
dönüşen istekleri ve kazara ortak olduğu üstü örtülü cinayetleri sahneye taşıyarak lise
hayatının acımasızlığına kapkaranlık ve keskin bir şekilde göz atıyor.
ZORLU PSM MAG. 29 Ey l ü l - E k im
Bu yılın Manus X Machina temalı MET Galası'ndan
MODANIN GELECEĞİYazı Leyla Aksu
Lüksle bağdaştırılmadığında bile yeni teknolojiye daima ayak uyduran moda endüstrisi, tasarımcılarla bilim adamlarının işbirliği, çevreye duyarlı üretim modellerinin keşfi ve demokratikleşen erişim kanallarıyla yeni bir devir yaşıyor. Bu yeniliklere ilgi her gün artarken gelişen farklı uygulamalara ve modanın geleceğine göz atıyoruz.
teknoloji ve moda dünyasının son dönem buluşması
Podyumlarda sanal gerçeklikSon on yılda 360 derece video teknolojisi, sanal gerçeklik
ve hologramlar dahil olmak üzere farklı teknolojilerle modaya erişimi kolaylaştıran, defile deneyimini ve perakende alışverişi de değiştirmeye başlayan teknolojilerin kullanıcıları
gittikçe artmakta. Büyük moda evlerinden yenilikçi son dönem tasarımcılara herkesin yararlandığı ve yüksek modaya
erişimi demokratikleştiren yenilikler olarak kabul edilen bu gelişmeler, İsveçli tasarımcı Ida Klamborn’un yaptığı
gibi defilelerin en önden koltuklarını bile bu amaç için kullanabiliyor.
360 derece video teknolojisini defilelerinde kullananlar arasında Balenciaga’dan Hüseyin Çağlayan’a, Rebecca
Minkoff’tan TopShop ve Tommy Hilfiger’a birçok isim yer alıyor. Mobil uygulamalardan eş zamanlı izlenebilen, kullanıcılarına podyuma seyirciden bile daha yakın olma deneyimini sunabilen bu seçeneklerin yanı sıra, Dior’un
geliştirdiği Dior Eyes gibi uygulamalar veya Elle dergisinin Jaunt ile yaptığı işbirlikleri, sanal gerçeklik sayesinde
kullanıcıları yalnızca defilelere değil, mağazalardan podyumlara, sahne arkasına, moda evlerine ve hattâ fotoğraf
çekimlerine bile götürüyor.
Bu sarmal teknolojilere dair bir başka uygulama da holografik defiler. 2006’da Alexander McQueen’in “Widows
of Colluden” defilesinin kapanışında nefesleri kesen ve New York’taki Met Kostüm Enstitüsü ile Londra’daki Victoria & Albert Müzesi’nde sergilenen Kate Moss
hologramı bu uygulamaların başını çekerken, 2007’de Target mağazalarının hazırladığı sanal podyum ve mankensiz
defile, 2011’de ise Alman marka Stefan Eckert ile Tim Jockel’ın beraber hazırladığı üç boyutlu holografik defile bu
teknolojiye dair hatırı sayılır örnekler arasında yer almıştı.
Bazı marka ve firmalar ise aynı teknolojileri mağazalarının içine, deneme odalarına, bazen de online alışveriş kanallarına
entegre ediyor. Rebecca Minkoff mağazalarının deneme odalarındaki interaktif dokunmatik aynalar müşterilere
mağaza içerisinden sipariş ve içecekler getirirken, Burberry mağazalarındaki yüzlerce ekran, kullananları hem podyumun
göbeğine taşıyor, hem de hava simülasyonlarıyla ünlü yağmurluklarına yönlendirebiliyor. Fit.me gibi şirketler ise online alımlarda kıyafetlerin müşterilerin tam üstüne göre olduğunu garantileyebilmek adına robotik teknolojiler ve sanal deneme odaları kullanıyor ve ürünü geri gönderme
riskini minimize etmeye odaklanıyor. *M
erce
des-
Benz
Fas
hion
Wee
k, 10
– 1
6 E
kim
201
6 ta
rihler
i ara
sında
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro’da
. Fas
hion
Fi
lm F
est i
se 2
6–27
Kas
ım 2
016
tarih
lerin
de Z
orlu
PSM
Mey
dan
Fuay
e’de.
ZORLU PSM MAG. 31 Ey l ü l - E k im
Jaso
n W
u de
filesi
ni 3
60 d
erece
vid
eo ke
yfiyle
izlem
ek
Alex
ande
r McQ
ueen
'in K
ate M
oss h
ologr
amı
Couture heykellerBu yılın MET Galası teması Manus
X Machina ile gündemde daha da çok yer bulan, modanın önde gelen
tasarımcılarının da yavaş yavaş haute couture’a entegre ettiği teknolojik üretim
biçimleriyle hayata geçirilen kıyafetler, el işi ve makine işini çevreye duyarlı bir şekilde ve pürüzsüz bir uyum içerisinde
bir araya getirerek müzelere yaraşır heykeller yaratabiliyor. 3D baskı, lazerle
kesim, yazılımlarla üretilen desen ve baskı ile dijital örgü ve dokuma teknikleri artık
Project Runway gibi programlara bile rahatlıkla dahil edilebiliyor.
Bu alanda, teknolojiyi sıklıkla kullanan Hüseyin Çağlayan, Francis Bitonti,
Monika Vaverová ve 2010’da ilk defa 3D baskılı haute couture bir parçayı defilede
gösteren Hollandalı Iris van Herpen gibi ferdî tasarımcılar ve özel koleksiyonlar daha ön plana çıkıyor. Fakat bir yandan LED ışıklarla bezeli elbiseler, hareketli robotik ve motorlu kıyafetler ya da suda eriyebilen kullanımlarıyla çok da pratik olmayan sanat parçaları yaratılırken, bir yandan da bakterilerle boyanmış atkılardan sıfır atık üretilerek lazerle hazırlanan elbiselere, okyanus atıklarını kota çevirebilen teknolojilerden laboratuvarda suni olarak üretilmiş deri kullanımına, çevreye duyarlı yeni üretim ve tasarım imkânları da boy gösteriyor. Yakın dönemde bu çeşit parçaların en büyük şampiyonu ise #techstyle, Manus X Machina: Fashion in an Age of Technology ve Tranforming Fashion gibi sergilere yer veren güzel sanatlar, moda ve kostüm müzeleri gibi görünüyor.
Giyilebilen teknoloji ve teknolojik giyimHayatımıza oldukça hızlı bir şekilde adapte
ettiğimiz Apple Watch gibi teknolojilerin daha ilk basamağı olduğu giyilebilen elektronikler
ve aksesuarlar ise hızla büyüyen bir endüstriye dönüşüyor. IDTechEx’e göre önümüzdeki on yılda neredeyse yüz milyar dolarlık bir pazara
dönüşmesi beklenen bu sektör, teknoloji konferanslarında ve start-up kültüründe de
kendine gittikçe büyüyen bir alan çiziyor.
Modaya ilk ayak uyduran, bileziğe benzetilen Fitbit’lerden, kullanışsızlığı ilk çıktığında
büyük tartışma yaratan fakat Diane von Furstenberg’ın kucak açtığı Google Glass’e, bu ürünlerin çeşitliliği hızla artıyor. Örneğin
bir yıl kadar önce Austin bazlı konferans South by Southwest’te geleceği tartışılan
bu aksesuarların Frog Design Inc. gibi şirketler aracılığıyla kolye veya bileziklere
dönüştürülebileceği ve yol bulmaya, havayı
temizlemeye veya yağmuru engellemeye yarayacak giyilebilir drone’lara yönelinebileceği öne sürülmüştü.
Fakat yalnızca aksesuarlarla sınırlı kalmayan bu alanın bir başka kulvarı olan teknolojik giyimler, üzerimize giydiğimiz kıyafetlere yepyeni ek fonksiyonlar getirmeyi ve bunları bir yandan da görünmez kılmayı hedefliyor. Pauline van Dongen’in içerisinde güneş panelleri saklı, güneşte iki saat kaldıktan sonra cep telefonu şarj edebilen elbisesi veya geleneksel moda evi Ralph Lauren’in giyenin vücut datasını telefonuna yollayan biyometrik spor üstleri de bunlara örnek sayılabilir. Havanın kirliliğinden renk değiştiren ve hava kalitesini ölçebilen tişörtlerden vücut kokusunu yok edebilen yoga kıyafetlerine, bu sektördeki gelişmeler bilim kurguyu aratmayacak yönlerde ilerliyor.
ZORLU PSM MAG. 33 Ey l ü l - E k im
30 Eylül BÜYÜK EV ABLUKADA "FIRTINAYT" / Ana Tiyatro, 23:00
Kısaca tanıyalım: Büyük Ev Ablukada, 2008’de Canavar Banavar ve Afordisman Salihins tarafından akustik bir set ile kuruldu. Nasıl biliriz? Kendilerine has bir şekilde isimlendirdikleri performans serileri ve şarkılarıyla ünlenen grup, senenin başında Fırtınayt şekliyle karşımıza çıkmıştı.
CHE SUDAKA / Ana Tiyatro, 21:00
Kısaca tanıyalım: İki Arjantinli ve iki Kolombiyalı müzisyenin 2000 yılında bir araya gelmesiyle kurulan grup; ska, reggae, hip-hop türünde üretimler yapıyor. Nasıl biliriz? Bugüne kadar Manu Chao ve Amparanoia gibi isimlerle sahne almış grup enerjik ve eğlenceli canlı performanslarıyla tanınıyor.
SATTAS / Ana Tiyatro, 19:00
Kısaca tanıyalım: Yerli sahnenin reggae, ska, dub türlerindeki en başarılı isimlerinden Sattas, Orçun Sünear ve Derya Eke’nin bir araya gelmesiyle doğmuştu. Nasıl biliriz? Sattas'ın kendine has estetiğiyle şekillenen şarkılarını dinlerken içinizdeki kıpırdanmayı tutamacak, yerinizde sallanmadan duramayacaksınız.
HEY! DOUGLAS / Ana Tiyatro, 01:00
Kısaca tanıyalım: Hip-hop sahnesinin deneyimli isimlerinden Veyasin’in yeni projesi Hey! Douglas, yetmişlerin funk ve soul kayıtlarını yeniden düzenliyor. Nasıl biliriz? Modern dokunuşlarla yeni bir tat kattığı yetmişler kayıtlarını peşi sıra çalan Veyasin, her performansı sonrası övgüler topluyor.
CEZA
Baba
Zula
Büyü
k Ev
Ablu
kada
/ H
ayal
etler
Gay
e Su
Akyo
l
seslerarası bir deneyim
YENİ SEZON MIX FESTIVAL'LA BASLIYOR
Zorlu PSM, yeni sezona iki gün boyunca nefes kesecek bir festivalle merhaba diyor. Bambaşka tınılarda müzikleri deneyimlemenize olanak sağlayan MIX Festival – Seslerarası Bir Deneyim, 30
Eylül – 1 Ekim tarihlerinde Zorlu PSM’nin farklı mekânlarında yirmiyi aşkın grubu ve müzisyeni izleyiciyle buluşturuyor.
*MIX
FES
TIV
AL,
30
Eyl
ül–1
Eki
m 2
016
tarih
lerin
de Z
orlu
PSM
'de.
ZORLU PSM MAG. 35 Ey l ü l - E k im
ELİF ÇAĞLAR QUARTET Drama Sahnesi, 23:45
Kısaca tanıyalım: Türkiye’nin en yetenekli caz vokalisti ve
bestecilerinden Elif Çağlar, bugüne kadar birçok farklı ödüle layık
görüldü. Nasıl biliriz? Sanatçı dünyaca ünlü caz müzisyenlerini de konuk ettiği
Misfit adlı son albümünü geçtiğimiz sene yayınladı.
AYŞE TÜTÜNCÜ & EMRE KARABULUT DÖRTLÜSÜ
Drama Sahnesi, 22:00
Kısaca tanıyalım: Piyanist Ayşe Tütüncü, gitarist Emra Karabulut’u
da yanına aldığı projesinde kendi besteleri ve çeşitli cover parçalara yer
veriyor. Nasıl biliriz? Caz seven herkesin
deneyimlemesi gereken performansları huzur dolu ve alabildiğine etkileyici.
ŞENAY LAMBAOĞLU QUINTET / Drama Sahnesi, 20:15
Kısaca tanıyalım: Türkiye’nin en başarılı caz yorumcularından biri
olan sanatçı, solo kariyerine 2012’de başladı.
Nasıl biliriz? Grubuyla sahne alacak sanatçı, son albümü Başka Türlü Bir
Şey’de Can Yücel, Nazım Hikmet ve Ömer Hayyam gibi ozanların
eserlerini yorumladı.
THE RINGO JETS / Studio, 22:15
Kısaca tanıyalım: Garage rock sevdalısı üçlü, isimlerini Türkiye’de
olduğu kadar yurt dışında da duyurdu.Nasıl biliriz? The Ringo Jets,
konserlerindeki enerji yüklü ve pozitif tavrıyla dinleyicilerini mest ediyor.
SHE PAST AWAY / Studio, 20:45
Kısaca tanıyalım: Yerli sahnenin en başarılı post-punk gruplarından She Past Away, 2006 yılında kurulduğundan bu yana iki albüm ve bir EP yayınladı. Nasıl biliriz? Güney Amerika ve Avrupa’da verdikleri konserlerle herkesi büyüleyen grup dünya sahnesinde de ilgiyle takip ediliyor.
IN HOODIES / Studio, 19:30
Kısaca tanıyalım: İlk albümünü geçtiğimiz sene yayınlayan In Hoodies’in çalma listesi, Murat Kılıkçıer’in sözlerini yazdığı şarkılardan oluşuyor. Nasıl biliriz? Kullandığı melodilerde doksanlar İngiliz rock’ının izlerine rastlayacağınız In Hoodies, kalabalık kadrosuyla sahnede büyülüyor.
1 Ekim OI VA VOI / Ana Tiyatro, 21:30
Kısaca tanıyalım: İngiliz grup, Aşkenaz ve Seferad Yahudileri ile Doğu Avrupa melodilerini mükemmel bir enerjiyle yorumluyor.Nasıl biliriz? 2000'lerin başından bu yana dört albüm yayınlayan grup, türler arası estetiği ve dinamik canlı performanslarıyla fark yaratıyor.
CEZA / Ana Tiyatro, 19:45
Kısaca tanıyalım: Rap türünde müzik yapan yerli isimler arasında en kıdemli müzisyen olan Ceza, üretimlerine 1995 yılında başlamıştı. Nasıl biliriz? Son dönemde birçok film ve reklam için de müzikler yapan Ceza, yirmi yılı aşkın kariyerini etkileyici performansıyla dinleyicileriyle buluşturuyor.
GAYE SU AKYOL / Studio, 20:30
Kısaca tanıyalım: Türk Sanat Müziği’ne yeni bir bakış açısı getirerek
kendine has bir yorum katan Gaye Su Akyol, son birkaç yılın en popüler
isimlerinden. Nasıl biliriz? Etkileyici kostümleri,
içten tavırları ve şarkılar arasında yaptığı konuşmalarıyla dikkat çeken
müzisyenin uzaya gitmeyi kafasına taktığını çok iyi biliyoruz.
BABA ZULA / Studio, 22:30
Kısaca tanıyalım: Murat Ertel ve Levent Akman'ın kurucuları olduğu
grupta, vokalde Melike Şahin'i, elektrik udda ise Periklis Tsoukalas'ı dinliyoruz.
Nasıl biliriz? Her konseri bambaşka bir deneyim vadeden grubun yaratıcılığının ve şarkılarının dünyada eşi benzeri yok.
TURKISH EDITS PRESENT AKSAK / Studio, 00:30
Kısaca tanıyalım: Mehmet Koryürek’in altmışlar, yetmişler ve seksenlerden
şarkıları yeniden düzenlediği projesi Aksak, Turkish Edits oluşumunun da
bir parçası. Nasıl biliriz? Eski kayıtlara yaptığı
düzenlemelerle tanınan Aksak, hip-hop ve house geleneklerinden de besleniyor.
AHMET ASLAN Drama Sahnesi, 23:45
Kısaca tanıyalım: Anadolu müziğine kendine has yorumunu katan sanatçı,
bağlamayla gitarın bir araya gelmesiyle oluşan, kendi tasarımı La-Tar isimli bir
enstrüman kullanıyor. Nasıl biliriz? Anadolu müziğinden
seçkilere yer verdiği konserleri ve La-Tar ile ürettiği yeni sesler bir hayli
dikkat çekici.
Che S
udak
aSa
ttas
Eypi
o
KOLEKTİF İSTANBUL / Studio, 17:15
Kısaca tanıyalım: On yıldan fazla zamandır aktif olan Kolektif İstanbul, Doğu Avrupa
müziklerini funk ve caz altyapılarla yorumluyor. Nasıl biliriz? Hareketli kayıtlarıyla dikkat
çeken Kolektif İstanbul’un performanslarını dinleyen herkes onlara eşlik etmek istiyor.
MODE XL / Studio, 19:00
Kısaca tanıyalım: Veyasin ve Evren Besta tarafından 2001’de Ankara’da kurulan grubun üretimlerinin belkemiğinde hip-hop geleneği
yer alıyor. Nasıl biliriz? Sahneye kalabalık çıkan ekibin
her konseri, oldukça yoğun duygular ve her daim yükselen bir enerjinin sözünü veriyor.
AHMET ALİ ARSLAN
Drama Sahnesi, 15:30
Kısaca tanıyalım: Klasik Türk müziği ve halk müziği türünde seslendirdiği besteleriyle beğeni
toplayan genç müzisyen, ilk albümünü 2015’te yayınladı.
Nasıl biliriz? İçten tavırları, harika yorumu ve izleyiciyi etkisi altına alan performansıyla müzik
dünyasında nam salmış durumda.
GÖKÇE KILINÇER / Drama Sahnesi, 17:00
Kısaca tanıyalım: Retro-pop türünde kayıtlar yapan Gökçe Kılınçer, ilk albümü Kalbimde İzi
Var’ı bu sene dinleyiciyle buluşturdu. Nasıl biliriz? Modern sesleri nostaljik
detaylarla buluşturmayı seven şarkıcı, canlı performanslarında samimiyeti ön plana koyuyor.
KAMUFLE / Amfi, 20:15
Kısaca tanıyalım: Basri Fırat Bayraktar’ın şarkıları hip-hop ve funk tınılarına yer veriyor.
Nasıl biliriz? Gökçe ile düeti “Sittin Sene” ile 2015’te Hayale Daldım albümüne ses veren
Kamufle, bugüne kadar birçok farklı isimle işbirliği yaptı.
OZBİ / Amfi, 19:00
Kısaca tanıyalım: 2003’ten bu yana kayıt yapan hip-hop ve rap sanatçısı, toplumsal ve bireysel mekanizmaları irdeleyen şarkılarıyla sistemi eleştiriyor.Nasıl biliriz? Halk Edebiyatı albümünü 2014’te yayınlayan Ozbi’nin içten canlı performansı, gümbür gümbür bir deneyimin sözünü veriyor.
ULURU / Amfi, 17:45
Kısaca tanıyalım: 2014’te kurulan Uluru, içinde psikedelik öğeler barındıran enstrümantal parçalara ses veriyor.Nasıl biliriz? Doğaçlamadan ilham alan trionun yüksek tansiyonlu canlı performansları izleyenleri kendi yolculuğuna çıkarıyor.
HELP! THE CAPTAIN THREW UP Amfi, 16:30
Kısaca tanıyalım: Enstrümantal rock türünde kayıtlar yapan ekip, ilham kaynakları arasında Led Zeppelin, Jimi Hendrix, Beatles ve Pink Floyd’u sayıyor.Nasıl biliriz? 2010’dan bu yana aktif olan grup, Tantana etiketiyle yayınlayacağı yeni albüm için gün sayıyor.
PONZA / Amfi, 15:15
Kısaca tanıyalım: Ponza; garage, surf rock ve psikedelik rock türündeki kayıtlarının yer aldığı ilk EP’si Free Kids’i geçtiğimiz sene yayınladı. Nasıl biliriz? Şarkılarını İngilizce seslendiren grup, uzay, zaman, doğa, müzik ve politikadan ilham alıyor.
İDİL MEŞE & DA POET / Amfi, 15:15
Kısaca tanıyalım: Akustik kayıtlarıyla tanınan İdil Meşe ve hip-hop kolektifi 90 BPM’den Da Poet, ortak çalışmalara geçtiğimiz sene başladı. Nasıl biliriz? İkili, caz, hip-hop, soul, funk, trip-hop ve folk sularında gezinerek keşifler yapıyor.
EYPİO VE BURAK KING
Ana Tiyatro, 18:15
Kısaca tanıyalım: Abdurrahim Akça’nın projesi Eypio, rap türündeki şarkılarına yer veren ilk kaydını 2005’te yayınlamıştı. Nasıl biliriz? Hollanda’da bir süre yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönen Eypio, Sultana ile yaptığı düetle de tanınıyor.
TAKSİM TRIO / Drama Sahnesi, 22:00
Kısaca tanıyalım: 2007’de kurulan grubun kurucu üyeleri Hüsnü Şenlendirici, İsmail Tunçbilek ve Aytaç Doğan. Nasıl biliriz? Klarnet, bağlama ve kanunun mükemmel bir uyumla birbirine kenetlendiği şarkılarıyla izleyenleri kendine hayran bırakıyor.
ERDAL ERZİNCAN / Drama Sahnesi, 20:15
Kısaca tanıyalım: Bağlama çalmayı küçük yaşta öğrenen Erdal Erzincan, Türk Halk Müziği’nin moderne yakın çalışmalarıyla tanınan isimlerinden. Nasıl biliriz? Bugüne kadar Tolga Sağ, İsmail Özden ve Yılmaz Çelik gibi isimlerle çalışan sanatçı, Karasu adlı enstrümantal solo albümünü bu yıl dinleyiciyle buluşturdu.
NİYAZİ KOYUNCU / Drama Sahnesi, 18.30
Kısaca tanıyalım: Karadenizli müzisyen Kazım Koyuncu’nun kardeşi olan Niyazi Koyuncu, etnik müzik dünyasında harikalar yaratıyor. Nasıl biliriz? Sanatın sokaktaki saf haline inanan Koyuncu; Türkçe, Lazca, Gürcüce, Megrelce ve Hemşince şarkılar söylüyor.
LUXUS / Ana Tiyatro, 16:30
Kısaca tanıyalım: LuXus, 2005’ten bu yana Balkan ve Anadolu ezgilerini esas aldığı üretimler yaparak kendi bestelerini ve farklı yorumlarını seslendiriyor. Nasıl biliriz? Grubun da izleyenlerin de yerinde duramadığı konserleriyle adını duyuran ekip, dillere dolanan besteleriyle favorilerden biri.
Ahm
et Al
i Arsl
anLu
xus
Gök
çe Kı
lınçer
ZORLU PSM MAG. 39 Ey l ü l - E k im
Temelleri Berlin’de 2000'lerin başlarında atılan Moderat, Apparat projesiyle bilinen
Sascha Ring ve Modeselektor üyeleri Gernot Bronsert ve Sebastian Szary’den oluşuyor.
Üçlüyü bir araya getirenler İsviçreli müzisyen Thomas Fehlmann ve Almanya’nın köklü
elektronik müzik sahnesinin en karakteristik isimlerinden Gudrun Gut olmuş. Bağımsız
plak şirketleri bünyesindeki sanatçıların tanıtım performanslarını gerçekleştirdiği bir festivalde
Apparat, Shitkatapult’un; Modeselektor da BPitch Control’ün sanatçısı olarak sahne almış.
Sebastian Szary, o günü hatırlarken Sascha Ring’le aralarındaki müzikal farklılıkların
bir araya geldiği zaman güzel bir sonuç doğurabileceğini hissettiklerini dile getiriyor.
Ring’e göre Apparat ve Modeselektor’u birbirine yaklaştıran en önemli detaysa, o dönem
piyasadaki çoğu müzisyenin techno’yla içli dışlı olması ve söz konusu iki projenin farklı sularda
yüzmeyi tercih etmesi.
Ambient, IDM, glitch, house gibi estetikleri tek potada eriterek kedine has bir müzikal dil
oluşturmayı başarmış nadir topluluklardan olan Moderat; ilk konserlerini doğaçlama
performansları eşliğinde Berlin’deki çeşitli gece kulüplerinde verdi.
“Yalnızca sahnede birlikte çalan üç kişiydik. Ne çalacağımızı önceden
planlamıyorduk. Bu doğaçlamalarda ortaya çıkan
tınıyı kayıt altına almak her zaman zor olmuştu.“
– Sascha Ring
Moderat, 2002 yılında Auf Kosten der Gesundheit isimli ilk EP’sini BPitch Control etiketiyle
yayınladı. Tüm grup üyeleri, bu EP’nin hazırlık aşamasını “zorlayıcı” olarak anımsıyor. EP’nin
ardından Modeselektor ve Apparat projelerine yoğunlaşan üçlünün ilk uzunçalarını kaydetmesi
ise tam yedi yıl sonra gerçekleşiyor.
Moderat 11 Mayıs 2009 – BPitch ControlModerat diskografisinin bu ilk uzunçalarını, yetmiş dakikalık bir işitsel ziyafet olarak tanımlamak hiç de abartılı olmaz. Üçlünün yer yer kırılgan ama çoğunlukla vurucu anlarla bezeli on üç şarkısından oluşan albüm, yayınlandığı dönem birçok müzik yayını tarafından “şaşırtıcı derecede akılda kalıcı” olarak tanımlandı. Albümün açılışında yer alan üç parça, “A New Error”, “Rusty Nails” ve “Seamonkey”, Moderat müziğinin karakteristik özelliklerini tanımlayan şarkılar olarak öne çıkmakta. Akıcı vokal melodilerinin etrafında yenilikçi prodüksiyon fikirleriyle atmosferik ve sürükleyici yapılar inşa eden üçlü, albümün genişletilmiş versiyonunda her parça için hazırlanmış etkileyici videolara da yer verdi. Söz konusu videolar, Moderat’ın görsel kimliğinin altında imzası bulunan Berlin merkezli video ve tasarım kolektifi Pfadfinderei tarafından grubun canlı performansları için hazırlandı.
“2008 yılının büyük kısmını stüdyoda, çeşitli
fikirler deneyerek geçirdik. Herkesin
kendi enstrümanından sorumlu olduğu bir
grup değildik; bir arada müzik yapmaya çalışan
üç prodüktördük. Bu sebeple belki de birlikte
çalmaktan çok fikirler üzerine konuşmamız
gerekiyordu.”– Sascha Ring
farklı uçlardan doğan eşsizlik
MODERAT
11 Kasım'da Zorlu PSM Ana Tiyatro'da, "Sahne Üstü Ayakta Konser" düzeninde İstanbulluların karşısına çıkacak olan Moderat, geçtiğimiz nisan ayında albüm üçlemesinin son halkasını yayınladı. Elektronik müziğin birbirinden uç
geleneklerini ustaca bir araya getiren Moderat’ın bugüne kadarki macerasına göz atıyoruz.
Yazı Cem Kayıran
*Mod
erat
, 11
Kas
ım 2
016'
da S
ahne
Üstü
Aya
kta
Kon
ser d
üzen
inde
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro'd
a.
Grup aynı yıl çıktığı turnede birçok müzik festivaline damgasını vurdu ve
yılın en çok merak uyandıran canlı performans ekiplerinden biri hâline
geldi. Resident Advisor’da 2009 yılında yapılan değerlendirmede Moderat; canlı
performansıyla “Yılın Kaçırılmaması Gereken Canlı Performans Grubu” ilan edilmişti.
II6 Ağustos 2013 – Monkeytown
Üçlünün yeni bir şarkı yazma prensibiyle karşımıza çıktığı bu ikinci albümü, belki de Moderat’ı elektronik müzik sahnesinin en özel gruplarından biri hâline getiren kayıt.
Grup üyeleri her ne kadar albümdeki techno etkileşimlerinin azımsanmaması gerektiğinin
altını çizse de; yapısal olarak dinleyicileri dans ettirmekten önce tüm dikkati üzerine
çekebilen ve sürükleyici fikirleri peş peşe sunan bir albüm II. Bu albümün hazırlık aşamaları ve
ilk albüm arasındaki en büyük fark, şüphesiz ki grubun stüdyoda çalarak daha fazla zaman
geçirmeyi alışkanlık hâline getirmiş olması.
“İlk başlarda sabit disklerimizdeki taslakları
bir araya getirdiğimiz buluşmalar yapıyorduk.
Fakat bu albüm için stüdyoya girdiğimizde
üçümüz de tüm ekipmanımızı kurup en
rahat ettiğimiz şekilde bir arada çalarak parçaları
oluşturmaya çalıştık. Kimi zaman bir saat boyunca aynı döngüyü çaldık ve
sonra da bu kayıtları kesip biçmeye başladık.”
– Sebastian Szary
“Şarkı yazmak bizim için her zaman zorlayıcı bir süreç oldu. Moderat için asla değişmeyen şeylerin başında bu geliyor. Dürüst olmak gerekirse yaşımız ilerledikçe, yazım sürecinin bizim için daha karmaşık bir hâle geldiğini düşünüyorum.” – Gernot Bronsert
Albümün ardından Montreux Jazz Festival ve Primavera Sound gibi büyük festivallerin de yer aldığı geniş bir turneye çıkan Moderat, ustaca tasarlanmış canlı performanslarıyla, dinleyicilerini benzersiz bir yolculuğa davet ediyor.
“Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Moderat, Modeselektor ve Apparat’ın değil; Gernot, Sebastian ve Sascha’nın güçbirliği.”-Sascha Ring
Moderat’ın albüm kapağı estetiği Grubun ilk albümünden bu yana tüm görsel kimliği, Berlinli kolektif Pfadfinderei imzası taşıyor. Üç kapakta da insan figürlerinin görüldüğü illüstrasyonlar, grubun müziği ve ruhuyla fazlasıyla özdeşleşen işler. Çantadan tişörte etkileyici birçok farklı uygulamasını gördüğümüz çalışmalar, albüm tanıtım süreçlerinde de karşımıza poster, billboard gibi çeşitlemelerle çıkıyor. Ayrıca grubun son albümü III’nin kapağında gördüğümüz çocuğun yüzü ve elinden alınmış detay kadrajlar, albümün ilk iki single’ının kapağı için kullanılmıştı.
Albümün temasını çeşitli röportajlarında Berlin’de sıkıcı bir kış geçirmek olarak tanımlayan ekip, II’yu Modeselektor’un stüdyosunda kaydetmiş. Epey yüksek bir binanın on ikinci katında konumlanan stüdyonun camlarından güzel bir manzara gözüküyor olmasına rağmen, kış aylarında Berlin’in can sıkıcılığı sebebiyle stüdyodan çıkmayı hiçbir zaman istemediklerini de dile getiriyorlar. Öyle ki Sascha Ring, bu kayıt sürecinde bir hayli depresif bir ruh hâlinde olduğunu; buna rağmen insanların bu albümü kendisinin en umut dolu albümü olarak adlandırmasını garip bulduğunu söylüyor. Özellikle ilk single “Bad Kingdom”la büyük bir fenomene dönüşen albümün turnesi de yine Moderat’ın görkemli sahne şovlarıyla çok konuşulmuştu. Grup 2013 yılında Electric Zoo, Lowlands Festival, Puls Festival ve nice festivalin headliner’ları arasında yerini almıştı.
III1 Nisan 2016 - Monkeytown
Geçtiğimiz şubat ayında “Reminder” isimli yeni bir single yayınlayan Moderat, hayranlarının
merakla beklediği yeni albümünün müjdesini harika bir kliple birlikte vermiş oldu. Grubun
uzun yıllar boyunca albüm kapakları, konserleri ve klipleri için birlikte çalıştığı oluşum
Pfadfinderei ve Berlinli animasyon stüdyosu Sehnsucht’un ortaklaşa hazırladığı “Reminder” klibi, son yılların en akılda kalıcı müzik videosu
çalışmalarından biri oldu. 2009’da başlayan albüm üçlemesinin son yayını olan III, müzik
otoriteleri tarafından bugüne kadar kaydedilmiş en “zarif ” Moderat albümü olarak tanımlandı.
Grubun sosyal medya hesaplarından albüm öncesinde yayınlanan fotoğraflarda stüdyoda
çeşitli yaylı, üflemeli ve vurmalı çalgıların kaydedildiği görülüyordu. Buna rağmen kayıt
aşamalarında bu fikirden tatmin olmayan üçlünün bu kayıtları kullanmaktan vazgeçtiğini
öğrendik. Ritmik anlamda öncekilere göre daha zengin çeşitlemelerin yer aldığı albüm,
alışıldığı gibi vurucu tekil anlardan ziyade genele yayılmış ve ustaca işlenmiş ruh hâlleriyle
kendini ifade ediyor. Albümün hazırlık aşamaları ise bu üçlü için her zaman olduğu
gibi oldukça sancılı olmuş.
ZORLU PSM MAG. 43 Ey l ü l - E k im
Ezbere bildiğiniz sahneleriyle hayatınıza yön vermiş filmlerin
müziklerinin canlı seslendirildiği seri Movies in Concert, kült eserlere saygı
duruşu niteliği taşıyor. Geçtiğimiz sezon Lord of the Rings in Concert ile başlayan
seri, dördüncü sezon boyunca nefes kesen film müzikleri performanslarıyla
Zorlu PSM sahnesinde izleyiciyle buluşacak. Açılışı ise 28–29 Ekim tarihlerinde Titanic Live yapıyor.
“Bir kadının kalbi sırlarla dolu bir okyanus gibidir” repliğiyle kalplere
kazınan James Cameron şaheseri Titanic, gelmiş geçmiş en önemli
sinema filmlerinden biri kabul edilmekte. 1997 yılında izleyiciyle “Hollywood’un gelmiş geçmiş en
yüksek bütçeli filmi” olarak buluşan yapım, dünya çapında yüz yirmi
sekiz milyondan fazla bilet keserek ve aralarında En İyi Film ve En
İyi Yönetmen’in de olduğu tam on bir dalda Oscar’a layık görülerek
“en başarılısı” olarak da tarihe adını yazdırdı. Jack ve Rose’un zamanın
ötesindeki aşk hikâyesini unutulmaz kılan James Horner imzalı film
müzikleri de kaçınılmaz olarak En İyi Orijinal Film Müziği ve En İyi Orijinal
Şarkı dalında Oscar’larla buluştu.
Geçtiğimiz sene geçirdiği uçak kazası sonucu hayata veda eden usta besteci, orkestra yazarı ve şefi James Horner’ın bu eşsiz bestelerini, yüz otuz kişilik bir orkestra, koro ve Kelt müziği sanatçılarının filmin gösterimi eşliğindeki canlı performansıyla sunan Titanic Live, sinema izleyicisi ve konser dinleyicisini güçlü duygularla yüklü bir ortamda araya getiriyor. İzleyiciye sunacağı muazzam görsel-işitsel şölenle sıra dışı bir deneyim vadeden şov, ilk kez 27 Nisan 2015’te Londra’daki Royal Albert Hall’da Kraliyet Filarmoni Orkestra’sıyla birlikte seyirci karşısına çıkmıştı. 2016 yılı boyunca, Avrupa’dan Amerika’ya, Japonya’dan Rusya’ya dünyanın farklı merkezlerindeki seçkin salonlarda filmin ruhuna ruh katan Titanic Live, 28 – 29 Ekim’de Zorlu PSM izleyicisiyle buluşuyor. Trajediden doğan bir aşkı Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet’in unutulmaz oyunculuğuyla izleyiciye aktaran ve dünya çapında bir popüler kültür fenomenine dönüşen Titanic filmi, bu görkemli canlı performans eşliğinde ilk kez izleniyormuşçasına büyülemeye hazırlanıyor.
movies in concert
TITANIC LIVE
Zorlu PSM’de gerçekleşen, unutulmaz film müziklerinin canlı seslendirildiği Movies in Concert
serisi dördüncü sezona, 28–29 Ekim tarihlerinde Titanic Live ile başlıyor.
*Mov
ies i
n C
once
rt se
risi k
apsa
mın
da; T
itani
c Liv
e, 28
–29
Eki
m 2
016,
Am
adeu
s Liv
e, 24
–25
Şuba
t 201
7, A
liens
Liv
e, 22
–23
Nisa
n 20
17 ve
Lor
d of
the R
ings
in C
oncer
t – Th
e Tw
o Tow
ers,
20–2
1 M
ayıs
2017
tarih
lerin
de Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
ZORLU PSM MAG. 45 Ey l ü l - E k im
*Fab
io an
d G
roov
erid
er, D
illin
jah, T
otal
Scie
nce,
2shy
And
Fiv
e Aliv
e: 25
Yea
rs o
f Dru
m an
d Ba
ss P
artie
s, 21
Eki
m 2
016'
da Z
orlu
PSM
Stu
dio’d
a.
bilm
edik
lerin
izFA
BIO
& G
ROO
VERI
DER
01
DJ Fabio kariyeri için ilk adımı, müzisyen
arkadaşı Colin Dale’ın aracılığıyla korsan
bir radyoda çalmaya başlayarak attı.
Güney Londralı bir iş adamının kurduğu Phase
One adlı korsan bir radyoda program yapan Colin Dale’in bir başka radyoya transfer olması
sebebiyle oluşan boşluğa Fabio’yu önermesi
üzerine radyoculuk yapmaya başlayan
sanatçı, kısa süre içinde daha popüler saatlerde
yayın yapar oldu. Grooverider ile yolları
da bu vesileyle, aynı günlerde kesişti.
03
Uzun yıllar Londra’daki en popüler kulüplerden biri olan Heaven’da çalan Fabio & Grooverider’ın seçkileri arasına girmek isteyen birçok müzisyen kayıtlarını ikiliye göre düzenliyordu. Aralarında Goldie, Jonny K, Andy C ve 4 Hero’nun da yer aldığı bir grup DJ, ikiliyle aynı dönemde Londra’nın farklı kulüplerinde çalmaktaydı. Fabio & Grooverider o kadar başarılı, havalı ve ünlüydü ki, diğer DJ’ler şarkılarını onların hoşuna gidecek ve çalmalarını sağlayacak şekillerde kaydediyordu.
02
Fabio & Grooverider, tam on dört yıl boyunca İngiltere’nin en büyük
radyolarından BBC Radio 1’da Drum & Bass Show adlı bir programı
yaptı. Son olarak 2012’nin
Mart ayında yayınlanan programla BBC Radio
1’a veda eden Fabio & Grooverider ikilisi,
1998’de başlamış oldukları bu programla Drum
and Bass tutkunlarının favorileri arasında yerini almış ve hattâ bu türün
geniş çapta ilgi görmesine büyük katkı sağlamışlardı.
04
Grooverider’ın kendi kurduğu plak
şirketi etiketi altında, müzisyenin solo
projelerinin yanı sıra diğer birçok müzisyenin
kayıtları da yayınlandı. Grooverider’ın 1994
yılında kendi solo projesi Codename John’un
kayıtlarını yayınlamak için kurduğu plak şirketi
Prototype Recordings, ilerleyen yıllarda
Ed Rush, Matrix, Photek, Lemon D gibi
isimlerin albümlerini de müzikseverlerle
buluşturdu.
06
Seksenlerde yeni yeni müzik yapmaya başlayan ikili, DJ setlerinde funk, soul, jazz, groove ve hip-hop türlerinden parçalara da yer veriyordu. İngiltere’de Drum and Bass kültürünün en önemli isimlerinden biri haline gelen DJ ikilisinden Fabio, müzik yapmaya ilk başladıkları günlere ilişkin şunları söylüyor: “O dönemde müzik yapan herkes elbette jazz, funk, disco, groove ve benzeri türlerden şarkılar çalarak DJ’liğe başlamıştı. Biz de ilk zamanlarımızda bu türlerden kayıtlara setlerde yer veriyorduk.”
05
Fabio & Grooverider geçtiğimiz sene Drum
and Bass'in geride bıraktığı yirmi beş yılı Londra’da verdikleri
büyük bir partiyle kutlamış ve birçok
önemli ismi ağırlamıştı. “Aslında tam yirmi sekiz
yıl oldu ama gerçek anlamda yirmi beş
yıldır beraber çalıyoruz” açıklamasını yapan
Grooverider, Fabio ile birlikte sürdürdüğü kariyerini Londra’da
Kentish Town’da düzenledikleri bir partiyle ödüllendirdi. Partide çalan DJ’ler arasında Matrix & Futurebound, Drumsound
& Bassline Smith, DJ Die, DJ SS ve Randall yer
alıyordu.
ZORLU PSM MAG. 47 Ey l ü l - E k im
İngiltere kulüplerinden tüm dünyaya
DRUM & BASS’İN 25 YILI
21 Ekim’de Zorlu PSM Studio’da gerçekleşecek Fabio and Grooverider, Dillinjah, Total Science, 2shy And Five Alive: 25 Years of Drum and Bass Parties öncesinde, Drum and Bass janrı ve kültürünün doğuşu, yaygınlaşması ve çeşitlenişine dair önemli
notları bir araya getiriyoruz.
Birçok farklı müzik akımının doğduğu İngiltere’yi doksanlı yıllarda ele geçirmeye başlayan Drum & Bass janrı, rave ve oldschool jungle türlerinin bir kırması olarak ortaya çıkmıştı. Yıllar içerisinde farklı etkileşimlerle birlikte çeşitli alt
türlere doğru açılan, Kanada’dan Yeni Zelanda’ya dünyanın dört bir yanında gönülleri fetheden Drum & Bass kültürüne dair bilinmesi
gerekenleri hatırlıyoruz.
Yazı Cem Kayıran
Drum and Bass’in doğuşu, şekillenişi ve ilk yılları
Elektronik müzik sahnesinin geride kalan onlarca yıl içerisinde birçok farklı sentezi ortaya çıkardığına tanık olduk. Köklerini rave ve jungle gibi türlerden alan Drum and Bass için de aynı
benzetmeyi yapmak mümkün olsa da, Drum and Bass’in kısa süre içinde kendi estetiğini belli
şekillerde tanımlayan ve kendi alt türlerinin ortaya çıkmasını sağlayan bir janr olarak anılmaya başladığını göz ardı etmemek gerek. Doksanların
başlarında Londra ve Bristol başta olmak üzere İngiltere’nin birçok şehrinde gece kulüplerinde
uzun soluklu dans maratonlarını beraberinde getiren Drum and Bass, zaman içinde etkileşim içinde olduğu türlere reggae, techno, hip-hop ve
caz gibi yaklaşımların de eklemesiyle oldukça derin bir tanımlamaya sahip oldu.
Müziğin yapısına dairİngiltere rave sahnesindeki Acid house
döneminde temelleri atılan Drum and Bass, genellikle 150-180 BPM (dakika başı vuruş
sayısı) aralığında değişen tempolar ve önceki dönemlerde duyulmamış kadar ağır olan
bas cümleleriyle dolu parçalarla özdeşleşti. Nightmares on Wax, Andy C, The Prodigy
ve LTJ Bukem gibi isimlerin doksanların ilk yıllarında yayınladıkları single’lar, Drum and
Bass estetiğinin baskın olarak kendini gösterdiği ilk kayıtlar arasında kabul ediliyor.
Söz konusu elementlerle birlikte daha hafif melodik katmanların kesiştirildiği düzenlemelere dayanan ve erken dönemlerde “Happy Hardcore”
olarak adlandırılan türün öncüleri arasında A Guy Called Gerald, Goldie, Fabio, Grooverider,
LTJ Bukem ve Krust gibi isimleri sayabiliriz.
Drum and Bass olarak etiketlenen ilk kayıt“Drum and Bass” tabiri ilk olarak seksenli yıllarda
funk ve soul sahnesinde kullanılmış. Dönemin birçok önemli radyosunda sıklıkla adı geçirilen
terim, doksanların ortalarına doğru underground sahnesinde daha çok kullanılır hâle gelmiş ve
bugün bildiğimiz anlamına kavuşmuş. The Invisible Man’in 1993 yılında yayınladığı 12
inçlik The Beginning / The End plağı, Drum and Bass olarak ilk etiketlenen kayıt olarak biliniyor.
Doksanların en önemli Drum and Bass radyolarıGünümüzde internetin beraberinde getirdiği paylaşım ağı ve platformlarda en yaygın ulaşılabilen türlerden biri olan Drum and Bass, üretilmeye başlandığı ilk dönemde ana akım medya kanalları tarafından herhangi bir ilgiyle karşılaşmamıştı. Bu dönemde söz konusu janrın yaygınlaşması için en önemli medya aracı, korsan radyolardı. Özellikle doksanların başlarında yayın hayatına başlamış iki korsan radyo istasyonu, Drum and Bass’in daha geniş kitlelere ulaşmasında önemli bir rol üstlendi.
1991’in Kasım ayı itibariyle Londra’dan yayın yapmaya başlayan Kool FM, yalnızca Drum and Bass, Jungle ve benzeri türlerin çalındığı ilk radyo istasyonuydu. Sonraki yıllarda Billboard ve BBC gibi ana akım mecraların da radarına giren Kool FM, 2012 yılından beri günün yirmi dört saati yayın yaptığı bir düzende işliyor.
Yasal yayın lisansı sahibi olan tek Drum and Bass radyosu olan Don FM de 1992 yılında, yine Londra’da yayına başladı. İlk yıllarında ağırlıklı olarak hafta sonları yayın yapan Don FM, 1994 yılında dört hafta boyunca yayınına yasal olarak devam etti. 1997 yılında yayın hayatı sona eren radyo istasyonu; DJ Trace, DJ Dee Kline, Matt Cantor ve Ed Rush gibi isimlerin DJ’lik ve prodüktörlük kariyerlerinin başladığı yer olarak biliniyor.
Andy
C
ZORLU PSM MAG. 49 Ey l ü l - E k im
DRUM AND BASS’LE ÖZDEŞLEŞEN PLAK ŞİRKETLERİDoksanların ilk yarısından itibaren hızla yaygınlaşan Drum and Bass türünün öncüsü olan plak şirketlerinin büyük kısmı küçük ölçekli oluşumlar olarak faaliyetlerine başlamıştı. Genellikle bu türde üretim yapan DJ ve prodüktörler tarafından kurulan plak şirketleri, ana akım şirketlerle mücadele etmek yerine kendilerine ait bir sahne kurmayı hedef edindi. 2000'lerle birlikte Sony ve Universal gibi şirketlerin de ilgi göstermeye başladığı Drum and Bass sahnesini var eden plak şirketlerinden dört tanesini kısaca ele alıyoruz.
Hospital RecordsLondon Elektricity üyesi Tony Colman ve Chris Goss ortaklığıyla bundan yirmi yıl önce hayata geçen Hospital Records, yıllar içerisinde birçok farklı alanda üretimlerini yapmayı sürdüren bir organizma halini aldı. Genellikle şirketin albümlerini yayınladığı sanatçıların sahne aldığı ve İngiltere’de farklı şehirlerde gerçekleşen Hospitality partileri ile birçok prodüktör ve DJ’in hazırladığı podcast serisi, Hospital Records’la özdeşleşmiş en önemli serilerden. Hospital Records, podcast programıyla 2006, 2007 ve 2008 yıllarında BT Group tarafından dağıtılan Dijital Müzik Ödülleri’nde Yılın En İyi Podcast’i ödülünü kazanmıştı. Metrik, Nu:Tone ve Danny Byrd gibi isimlerin albümlerine kataloğunda yer veren plak şirketi, 2011 Drum and Bass Arena Ödülleri’nde de Yılın En İyi Plak Şirketi seçildi.
Prototype RecordingsOn yıl boyunca aktif olmuş ve ağırlıklı olarak 12 inçlik plak formatında yayın yapmış Prototype Recordings, odağında özellikle Drum and Bass akımının alt türlerinden Techstep’i bulunduran bir oluşumdu. 25 Years of Drum & Bass etkinliği kapsamında Zorlu PSM’de sahne alacak isimlerden Grooverider’ın kurucusu olduğu Prototype’ın kataloğunda Photek, Cybotron ve Optical gibi isimler bulunuyor. 2004 yılında son yayınını yapan Prototype Recordings’e dair en kapsamlı derlemelerden biri Grooverider’ın 1997 yılında yayınladığı The Prototype Years isimli toplama albüm.
RAM RecordsBirçok müzik yazarı İngiliz DJ ve prodüktör Andy C için “Drum and Bass akımının öncüsü” tanımını yapıyor. Andy C’nin yakın arkadaşı Ant Miles eşliğinde 1992 yılında hayata geçirdiği RAM Records, türün (yazılı olmayan) kurallarını belirlemiş birçok albümü yayınlamış bir plak şirketi. Andy C’nin solo kayıtları ve çeşitli farklı prodüktörlerle ortak albümlerinin yanı sıra Wilkinson, Sub Focus, Origin Unknown gibi isimlerin single ve albümlerini servis eden RAM Records, çeşitli toplama albümlerle de Drum and Bass’in farklı alt türlerini bir araya getirmeyi sürdürdü. 2000'li yıllarda aktif olarak yeni nesillerden prodüktör ve DJ’leri kadrosuna katmaya devam eden RAM Records, İngiltere’de büyük ilgiyle karşılanan çok sayıda etkinlik serisine de imza attı.
Metalheadz1994 yılında Drum and Bass alanında ufuk açıcı çalışmalara imza atan Goldie ve Kemistry & Storm tarafından kurulan Metalheadz, seneler içerisinde elektronik müzik sahnesinin en özel etiketlerinden biri hâline geldi. İlk olarak Goldie, Doc Scott ve Photek gibi isimlerin single’larını yayınlayan Metalheadz, ilerleyen yıllarda kataloğuna Source Direct, Om Unit, Hidden Agenda ve 21 Ekim’de Zorlu PSM sahnesinde dinleyeceğimiz Dillinjah gibi isimleri dâhil etti. Etkinlikte aynı gece sahne alacak bir başka Drum and Bass efsanesi olan Grooverider ise, etikete plak basım aşamalarındaki bir işlemden gelen Metalheadz ismini koyan kişi.
Fabio & Grooverider
Subf
ocus
ZORLU PSM MAG. 51 Ey l ü l - E k im
ALT TÜRLERDrill ‘n’ Bass
Özellikle doksanların ortalarında IDM prodüktörlerinin Drum and Bass, jungle ve
breakbeat gibi türlerden çeşitli elementleri bir araya getirerek yaptığı denemeler sonucunda ortaya
çıkmış bir alt tür. Kimi zaman eşliğinde dans etmeyi neredeyse imkânsız hâle getiren tempoları
ve ritmik düzenlemeleriyle bilinen Drill ‘n’ Bass janrının en bilindik kayıtları, Squarepusher’ın
Conumber ve Aphex Twin’in Hangable Auto Bulb isimli EP’leri. Drill ‘n’ Bass’ın kısa yolculuğu
doksanlarla birlikte sona erdi.
TechstepEndüstriyel müzik ve techno’dan beslenen
prodüktörler öncülüğünde doksanların ikinci yarısında popüler hâle gelen Techstep, Drum and Bass’in en karanlık yaklaşımlarını da beraberinde
getirdi. Basların iyice bozulmuş bir şekilde tınladığı ve ağırlıklı olarak ses örneklemeleri ve synthesizer
bazlı prodüksiyonların ön plana çıktığı Techstep’in ismini koyanlar da bu türün öncüleri olarak
gösterebileceğimiz Ed Rush ve Trace olmuş.
DarkstepDoksanların sonlarında, Techstep’in bir uzantısı
olarak ortaya çıkan Darkstep, yüksek tempolu breakbeat parçaları andıran şarkı yapıları ortaya
çıkardı. Türün isminde geçen “dark” (karanlık) kelimesinin ardında, bu kayıtlarda kullanılan
gürültülü ambiyans sesleri yatıyor. Noisia, Limewax ve Evol Intent gibi prodüktör ve DJ’lerin en önemli temsilcilerinden olduğu Darkstep, günümüzde hâlâ
doksanları andıran bas katmanlarıyla birlikte yeni örnekleriyle de karşımıza çıkmaya devam ediyor.
SambassFarklı coğrafyaların başka yerlerde doğmuş müziklere olan yaklaşımının yeni bir türün
doğmasına sebep olabildiğini müzik tarihine baktığımızda sıklıkla görürüz. Sambass da bu
şekilde ortaya çıkmış bir alt tür. Brezilya’da iki binlerin başlarında popüler hâle gelen Sambass,
Drum and Bass’in özellikle ritmik estetiğini, Latin Amerika’ya has melodik unsurlarla kesiştiriyor. Tür
için kullanılan bir diğer isim de Drum and Bossa.
NE İZLEMELİ?Drum and Bass sahnesini, kültürünü ve prodüktörlerini konu eden birçok etkileyici belgesele internet üzerinden erişmek mümkün. 21 Ekim akşamı Zorlu PSM’de gerçekleşecek büyük parti öncesinde izlemelik beş belgeseli sizin için seçtik.
Lola da Musica Drum & Bass Documentary 1996 yılında Hollanda televizyonu için hazırlanan ve müziğin farklı türlerdeki köklerinden, kayıt stüdyolarına; gece kulüplerinden, Photek ve Squarepusher gibi öncü isimlere uzanan yirmi beş dakikalık etkileyici bir belgesel.
Roni Size – The Works BBC 2’nun hazırladığı 1997 yapımı belgesel, İngiliz Drum and Bass kolektifi Reprazent’in kurucusu da olan prodüktör ve DJ Roni Size’ı konu eden yarım saatlik bir çalışma.
Talkin’ Headz – Metalheadz DocumentaryBu yazıda da değindiğimiz İngiltere merkezli plak şirketi Metalheadz’in ilk yıllarını konu eden bu belgesel film, Drum and Bass kültürünün ortaya çıkışını ve yayılmasını gözler önüne seren en önemli yapımlardan biri.
Goldie: When Saturn ReturnzTürün öncü isimlerinden Goldie’yi mercek altına alan When Saturn Returnz’de ünlü prodüktörle birlikte çalışmış çeşitli kişilerle röportajların yanı sıra stüdyo ve konser görüntüleri de yer alıyor.
Underestimated: Drum & Bass HistoryPaul Harney ve Dermot Heaney ikilisinin yönetmenliğini üstlendiği Underestimated, 2000'lerde yayınlanmış en etkileyici Drum and Bass belgesellerinin başında geliyor. Hem yeni jenerasyondan, hem de türün öncü isimlerinden birçok prodüktör ve DJ’le yapılmış röportaja yer veren belgesel, Londra ve Bristol’la birlikte İngiltere ve İrlanda’nın diğer şehirlerinde bu akımın nasıl geniş kitlelere ulaştığını konu ediyor.
Ron
i Siz
e
Ed Rush
Aphe
x Tw
in /
Han
gabl
e Aut
o Bul
b
ZORLU PSM MAG. 53 Ey l ü l - E k im
*Mik
e Ste
rn &
Dav
e Wec
kl B
and,
3 K
asım
201
6'da
Zor
lu P
SM D
ram
a Sah
nesi’
nde.
bilm
edik
lerin
izM
IKE
STER
N &
DAV
E W
ECKL
BAN
D
03
Okuldan mezun olduktan sonra farklı gruplarda çalmaya başlayan Dave Weckl'ın yolu Chick Corea
Electric Band ile kesişti. Chick Corea’yla yedi yıl boyunca
birçok albümde ve konserde çalan Dave Weckl, efsanevi piyanistin
orkestrasının en önemli üyelerinden biri olarak öne çıktı. Dave
Weckl, Corea’ya ayrıca akustik performanslarda da eşlik etti.
01
Berklee School Of Music’ten genç yaşta mezun olan Mike Stern,
dönemin önemli gruplarından Blood, Sweat & Tears’a katılmıştı.
Birçok caz efsanesini bünyesinden çıkaran Berklee School Of
Music’ten mezun olan Stern, henüz yirmi iki yaşındayken kült rhythm
and blues grubu Blood, Sweat & Tears’ta çalmaya başladı. Üç yıl boyunca ekipte yer alan Stern,
1976 ve 1977 yıllarında kaydedilen More Than Ever ve Brand New Day
albümlerinde gitar çalıyordu.
05
1989’da Mike Stern’ün turne için kurduğu ekipte Amerikalı
efsanevi davulcu Dennis Chambers da yer alıyordu.
Efsanevi davulcu Dennis Chambers, saksafoncu Bob Berg
ve basçı Lincoln Goines’ın bir araya gelmesiyle oluşan ekip,
1991’de Stern’ün Atlantic Records etiketiyle yayınlanan Odds or Evens
albümündeki geniş orkestrada da bulunuyordu.
04
Connecticut’ta aldığı caz eğitiminden sonra birçok farklı türde müzik yapan isimle çalmasıyla birlikte kendini geliştiren Weckl, davul tekniklerine dair yayınladığı eğitim videolarıyla da biliniyor. Yakın dönem müzik tarihinin en etkileyici davulcularından biri olan Weckl’ın kendisinden sonra gelen yeni nesil davulcular tarafından büyük ilgi gören birçok eğitim videosu bulunuyor ve bu kayıtların çoğuna internet ortamında ve DVD formatında ulaşılabiliyor. Dave Weckl’ın doksanların başında yayınlanan Back to Basics: An Encyclopedia of Drumming Techniques isimli videosunda anlattıkları ayrıca bir kitap formatında da yayımlanmıştı.
02
Mike Stern, 2009 yılında efsanevi caz dergisi Down Beat’in yayınladığı “Tüm Zamanların En İyi 75 Caz Gitaristi” listesinde yer aldı. Farklı dönem ve akımlara göre düzenlenen listede “Fusion & Pop Matters” bölümünde yer alan Stern’e bu bölümde eşlik eden isimler arasında Stanley Jordan, Allan Holdsworth, Lee Ritenour yer alıyordu.
06
Bill Evans’la da birlikte geçtiğimiz aylarda turneye çıkmaya hazırlanan Mike Stern, geçirdiği bir kaza sonucu omuzunu kırmış ve turneye katılamamıştı. Temmuz ayında Bill Evans eşliğinde bir Avrupa turnesine çıkacak olan Mike Stern, New York sokaklarında geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu bu yolculuğa katılamadı. Turnenin Malta’da başlayacak ilk konserinden birkaç gün önce sokakta düşen ve iki omzu birden kırılan Stern’ün yerine turneye Dean Brown dahil edildi.
ZORLU PSM MAG. 55 Ey l ü l - E k im
Rob Turner (GoGo Penguin)
Günümüzün en dikkat çekici progresif caz topluluklarından biri olan GoGo Penguin’in davulcusu Rob Turner’ın
ismini son yıllarda caz sahnesinde sıkça duyuyoruz. Üçlünün dinamik parçalarının bel kemiği olan ve her
dinleyişte farklı bir detaya dikkat kesilebileceğiniz davul partisyonları,
GoGo Penguin’in müziğinin en karakteristik detaylarından biri. Kendi
davul setini her parçasından farklı sesler çıkarabilecek şekilde kurgulayan
Turner, günümüzün en yaratıcı davulcularından.
Antonio SanchezMeksikalı davulcu Antonio
Sanchez, 2014’te kendisine Altın Küre kazandıran Birdman filminin
müzikleriyle gündeme gelmişti. Konservatuarda okuduğu yıllarda öğretmeninin tavsiyesiyle Dizzy
Gillespie’nin kurucusu olduğu United Nations Orchestra’da çalan Sanchez, son on yılda Cam Jazz etiketiyle beş
solo albüm yayınladı. Sanchez’in bugüne dek albüm kayıtlarında yer
aldığı diğer caz efsaneleri arasında Pat Metheny, Chick Corea, Avishai Cohen
ve Gary Burton bulunuyor.
Justin Faulkner (Branford Marsalis Quartet)
Genç yaşta birçok müzik yayınında adı geçmeye başlayan Justin Faulkner,
henüz 18’ini doldurmadan efsanevi caz müzisyeni Branford Marsalis’in
grubuna girmeyi başarmıştı. Üç yaşında evde annesinin mutfak eşyalarını
parçalayarak davul çalmaya başlayan Faulkner, bir röportajda kendisi için
en önemli olan şeyin üretilen müziğe hizmet etmek olduğunu ve sololar
atarak ön plana çıkmayı sevmediğini dile getirmişti.
Georgia Hubley (Yo La Tengo)
Amerikalı kült alternatif rock grubu Yo La Tengo’nun kurucularından olan Georgia Hubley, davul çalmayı kendi başına öğrendiği için tamamen kendine has bir çalış stili ve davul yaklaşımı geliştirmiş bir müzisyen. Lise yıllarında arkadaşının aldığı davul setiyle Rolling Stones parçalarına eşlik ederek müzik kariyerine başlayan Hubley, grubun albüm kapaklarının da sorumlusu.
Brian Chippendale (Lightning Bolt, Black Pus)
Kulak zarınızın titrediğini gerçekten hissettirebilen nadir gruplardan biri olan Lightning Bolt’un davulcusu Brian Chippendale, setinin başına oturduğu anda âdeta insandan başka bir varlığa dönüşüyor ve tutkusunu “Durmayacağım, sonsuza kadar davul çalacağım!” diye dile getiriyor. Solo projesi Black Pus’la da epey meşgul olan Chippendale, Björk’ün Volta albümünde de yer almıştı.
heyecan verici isimler
GÜNÜMÜZÜN 15 DAVULCUSU Yazı Cem Kayıran
3 Kasım'da efsanevi davul virtüözü Dave Weckl, Zorlu PSM Drama Sahnesi'nde Mike Stern ile sahnenin tozunu atmaya hazırlanıyor. Konser öncesinde, günümüz
sahnesine bakarak farklı tür ve yaklaşımlarda üretimlerini sürdüren, heyecan verici on beş davulcuyu mercek altına alıyoruz.
Zach
Hill
Mar
k Gui
liana
Bria
n Ch
ippe
ndal
e
ZORLU PSM MAG. 57 Ey l ü l - E k im
Deantoni Parks (KUDU, Bosnian Rainbows)
Georgia doğumlu müzisyen Deantoni Parks, kariyerinin ilk yıllarında
kurduğu KUDU’nun ardından son on yılda Flying Lotus, The Mars Volta ve Bosnian Rainbows gibi
isimlerin albümlerinde yer aldı. Solo kariyerinin en dikkat çekici albümü Technoself’i geçtiğimiz yıl yayınlayan
Parks, birbirinden farklı türlerde projelerde kendine has avangart ve yaratıcı yaklaşımını kaybetmeden
davulun başına geçiyor.
Chris Corsano (Rangda, Dimension X)
Björk, Evan Parker, Thurston Moore, Nels Cline, Jim O’Rourke ve nicesi... Bu isimler karışık bir çalma listesini
andırsa da aslında hepsi yolları bir noktada Chris Corsano’yla kesişmiş isimler. Solo kayıtları ve ses çıkaran
her şeyi kullandığı doğaçlama performanslarıyla da kendine hatırı
sayılır bir hayran kitlesi edinen Corsano, deneysel müzik sahnesinin iki etkileyici süpergrubu Rangda ve
Dimension X’in de davulcusu.
Robert “Sput” Searight (Snarky Puppy)
Müzisyen bir ailenin çocuğu olarak Dallas’ta dünyaya gelen Robert
“Sput” Searight, günümüzün en donanımlı davulcularından biri.
Her biri kendi enstrümanında virtüöz düzeyinde olan yaklaşık
kırk müzisyenin içinde yer aldığı Snarky Puppy kolektifinin sabit
üyesi Searight’ın bugüne kadar canlı performans ve albüm kayıtlarında
eşlik ettiği isimler arasında Erykah Badu, Snoop Dogg ve Justin
Timberlake bulunuyor.
John Stanier (Battles, Tomahawk, Helmet)
Bir araya gelince bir tür makine gibi işleyen, kompleks yapılar üzerine kurulu şarkılarıyla tanınan Battles’ın bu işleyişinin kusursuzluğunu John Stanier’a bağlamak pek de abartılı olmaz. John Stanier, Battles’ın ritmik olarak beyninin her parça için belirlenmiş bir loop olduğunu ve bu tekrar eden yapı üzerine istediği şekilde çalabilmesinin kendisine büyük bir özgürlük kazandırdığını dile getiriyor. Stanier, Battles öncesinde Helmet ve Tomahawk gruplarında da çalıyordu.
Janet Weiss (Sleater-Kinney, Quasi, Wild Flag)
Tam on yıllık sessizliğini bozup 2015’te yeni bir albüm yayınlayan Sleater-Kinney davulcusu Janet Weiss, riot grrrl akımıyla özdeşleşmiş müzisyenlerden biri. Bir diğer grubu Quasi ve öncüsü olduğu süpergrup Wild Flag’in yanı sıra The Shins, The Jicks ve Bright Eyes gibi ekiplerle de çalan Weiss, müziğini şöyle tanımlıyor: “Kadınlara hayvan olma izni verilmese de hepimiz aslında öyleyiz!”
Mark Guiliana (Beat Music, Heernt, Mehliana)
Time Out London tarafından tanımlanırken Art Blakey, Elvin Jones ve Squarepusher gibi isimlere referanslar verilen Guiliana, David Bowie’nin
son albümü Blackstar’da da davulların başındaydı. Brad Mehldau’yla hayata geçirdiği projesi Mehliana ile birçok farklı etkileşimi tek havuzda
toplayan Guiliana’nın çeşitli albümlerinde yer aldığı isimler arasında Dhafer Youssef, Avishai Cohen ve Janek Gwizdala gibi etkileyici isimler
bulunuyor.
Tony Royster Jr.Henüz çocuk yaşlarda kaydedilmiş videolarıyla internetin ilk
fenomenlerinden biri haline gelen Tony Royster Jr., dünyanın dört bir yanından müzisyen ve dinleyicilerin gözleri önünde günümüzün en iyi davulcularından birne dönüştü. Üç yaşında babasından aldığı derslerle
davul çalmaya başlayan Tony Royster Jr., daha 15 yaşındayken Grammy Ödül Töreni’nde sahne almıştı. Royster Jr.’ın birlikte çaldığı müzisyenler
arasında Jay-Z, Joss Stone ve Hikaru Utada bulunuyor.
Meytal Cohen (Meytal)
Özellikle Rush, Tool ve Deftones gibi grupların parçalarını çaldığı YouTube videolarıyla kısa sürede internette bir fenomen haline gelen
Meytal Cohen, metal müzik sahnesinde kendi ismini taşıyan grubuyla dikkat çekici işler yapıyor. Kusursuz tekniği ve yarattığı kompleks davul
cümleleriyle tanınan Meytal Cohen’in interneti kendisi için nasıl bir sahneye çevirdiğine dair yaptığı TED konuşması da önemli dersler
çıkarılacak detaylar içeriyor.
Travis Barker (Blink 182, Antemasque, Box Car Racer)
Rolling Stone dergisi tarafından punk müziğin ilk süper yıldız davulcusu olarak gösterilen Travis Barker, Blink 182 ile başladığı müzikal
yolculuğunda Tom Morello, Run The Jewels, Busta Rhymes ve Yelawolf gibi farklı türlerde üretim yapan birçok müzisyenle çalıştı. Barker’ın
kendine has davul setini sanal ortamda çalabildiğiniz bir video oyunu olduğunu da hatırlatalım!
Zach Hill (Hella, Death Grips)
2000’li yıllara damgasını vurmuş davulcular arasında Zach Hill’in yeri de ayrı. Arızanın dozunu kimi zaman belirleyememesi ve bunu da müziğinin
en önemli elementlerinden biri haline getirmesi, Hill’i benzersiz kılan detayların başında geliyor. Death Grips ve Hella gibi projelerinin yanı
sıra Marnie Stern, Team Sleep ve Omar Rodriguez-Lopez gibi isimlerle sayısız kayıt yayınlayan Zach Hill; Matt Cameron ve Janet Weiss eşliğinde
Drumgasm isimli yalnızca davulculardan oluşan bir süpergrup kurmuştu.
Chris
Cor
sano
Jane
t Weis
s
ZORLU PSM MAG. 59 Ey l ü l - E k im
*Kad
ebos
tany
, 4 K
asım
201
6'da
Sah
ne Ü
stü A
yakt
a Kon
ser d
üzen
inde
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro'd
a.
bilm
edik
lerin
iz
KADE
BOST
ANY
05
03
01
Kadebostany üyeleri sahneye konserlerine özel hazırladıkları
kostümlerle çıkıyor. Özel kıyafetleriyle yayınladıkları
kliplerde de dikkatimizi çeken grup bu geleneği konserlerinde de
sürdürüyor. Grubun tüm üyeleri aynı kıyafetleri giyerken sahneye de
genellikle Kadebostany Cumhuriyeti bayraklarıyla çıkıyorlar.
2008 yılından bu yana grubun kadrosunda yer alan vokalist Amina
Cadelli, gruptan ayrıldı. Grubun bugüne kadar yayınladığı
birçok klipte Kadebostan ile birlikte yer almış Amina Cadelli, 2015’te
grupla yollarını ayırdı. Yerini şarkıcı ve gitarist Kristina’ya bırakan Amina, aynı zamanda Kadebostany Cumhuriyeti’nin
divası olarak da tanınıyordu.
İsviçreli pop grubu Kadebostany’nin kendilerine ait, hayalî bir ülkeleri
var ve burada yarattıkları dünyanın içinde yaşadıklarına inanıyorlar.
Grubun kurucusu Kadebostan, Kadebostany Cumhuriyeti’nde nasıl
isterlerse öyle yaşadıklarını ve isteyen herkesin de burada yaşayabileceğini
söylüyor. Grup, bu ülkenin kültüründen beslenirken vokalist
Kadebostan da kendini Kadebostany Cumhuriyeti’nin başkanı olarak
tanımlıyor.
06
04
02
Kendileri gibi İsviçreli olan kolektif Supermafia ile birlikte çalışan Kadebostany, nefis kliplerinin çoğunu bu ekiple birlikte çekiyor. Modern üretimleri ve yenilikçi tasarımlarıyla tanınan Supermafia kolektifi, Kadebostany kliplerinin yaratıcısı olarak karşımıza çıkıyor. Grubun kendine özel yarattığı dünyayı mükemmel bir şekilde yansıtan bu klipler, YouTube üzerinde yirmi milyondan fazla kez izlenmiş durumda.
DJ, prodüktör ve müzisyen Kadebostan, birlikte müzik yapmaya başladıkları ilk dönemde grubu için başka bir isim kullanıyordu. 2013 yılına kadar The National Fanfare of Kadebostany ismini kullanan grup, daha sonra bu ismi uzun bularak Kadebostany olarak yola devam etme kararı aldı.
Konserlerinde etkileyici görsel detaylarla sahnede olan grubun canlı performansları müzik dünyasında adından çokça bahsettiriyor. Canlı performansları için hazırladıkları görsel şovlarda video mapping, led ve neon ışıklar ve çeşitli efektlere yer veren Kadebostany, şarkılarına özel olarak hazırladığı dans şovlarıyla da tanınıyor.
07Kadebostany’nin 2013 çıkışlı şarkısı “Walking With a
Ghost”, Eskişehirspor taraftarı tarafından kullanılmıştı. Orkestrasıyla ünlü olan Eskişehirspor taraftarı, “Tükenmiş
Nefesler” isimli bestelerinde Kadebostany şarkısının üflemelerinden ilham alıyor.
ZORLU PSM MAG. 61 Ey l ü l - E k im
müzik tarihinden klasikler
JOSÉ FELICIANO YORUMUYLA
Porto Rikolu şarkıcı ve gitarist José Feliciano’nun muazzam yorumlarından bir seçkiyle müzik tarihinde
keyifli bir zaman yolculuğuna çıkalım mı?
Yazı Busen Dostgül
1968 yılında The Doors’un hit parçası “Light My Fire”a getirdiği yorumla ünü Latin
Amerika’dan tüm dünyaya yayılan şarkıcı, gitarist ve
besteci José Feliciano, grubuyla birlikte 29 Kasım’da Zorlu
PSM Ana Tiyatro’da heyecan verici bir buluşmaya imza
atacak. Porto Rikolu sanatçının yıllar içerisinde repertuvarına
kattığı onlarca klasik parçadan hazırladığımız bir seçkiyle
altmışlardan günümüze keyif verici bir yolculuğa çıkıyoruz.
“Light My Fire” (1968)Görme engelli olarak dünyaya
gelmiş sanatçı José Feliciano, küçük yaşlarda ailesiyle birlikte
İspanya’ya taşınmalarının ardından gitara merak sardı. Her gün en az on saat gitar
çalarak kendini caz ve Flamenko ritimlerinin büyüsüne kaptıran Feliciano, zaman içinde RCA
Victor plak şirketiyle anlaşarak Amerika ve Kanada’da çeşitli
kulüplerde çalmaya başladı. Porto Rikolu şarkıcı, Jim Morrisson’ın
kült grubu The Doors’un “Light My Fire” parçasını
yayınlamasından tam bir sene sonra parçayı kendine has bir
şekilde yorumlayarak Billboard Hot 100 listesine üç numaradan
giriş yaptı. Bu başarı sonraki sene Feliciano’ya “Yılın Pop Şarkısı” ve “Yılın En İyi Yeni Sanatçısı”
Grammy'lerini getirecekti.
“California Dreamin’” (1968)
José Feliciano’nun akustik kayıtlarının yer aldığı Feliciano!
albümünde yer alan The Mamas & The Papas kaydı “California
Dreamin’”, şarkıcının en çok ilgi gören kayıtlarından birine
dönüştü ve “Light My Fire” ile yakaladığı başarının süreceğinin
sinyallerini verdi.
“Nena Na Na” (1968) İspanyol müziğinden aldığı
ilhamla gitar çalmaya başlayan Feliciano’nun yeniden
yorumladığı şarkılar arasına elbette bir Jorge Ben klasiği
olan “Nena Na Na” da yer alıyordu. “California Dreamin’”
ile birlikte bu şarkının da yer aldığı Feliciano! albümü, 1969
Grammy’lerinde “Yılın Albümü” kategorisinde aday oldu.
“Hey Jude” (1969)Dönemin şüphesiz en ikonik gruplarından The Beatles’ın 1968 çıkışlı hiti “Hey Jude” için de kendine has bir düzenleme yapan şarkıcı, aynı dönemde “Lady Madonna”, “She’s a Woman” gibi The Beatles klasiklerini de yorumladı.
“First of May” (1969)Bee Gees’in alışılagelmiş pop ve disco ritimleriyle donanmış şarkılarının aksine daha sakin bir tempoda akan “First of May”, Feliciano’nun 10 to 23 albümünde oldukça duygu yüklü ve dingin bir havaya bürünmüştü. “Blackbird” (1970)Amerika’da yaşayan José Feliciano’nun müzik dünyasında popüler olan kayıtları kendine has şekillerde yorumlama şevki ve becerisi heyecan vericiydi. Zamanında gündem yaratmış The Beatles klasiği “Blackbird” de bundan nasibini aldı.
“(I Can’t Get No) Satisfaction” (1970)Caz ve Flamenko tutkunu olarak tanınsa da rock’n’roll’a da büyük ilgi duyan Porto Rikolu şarkıcı, The Rolling Stones’un altmışlara damgasını vurmuş bu hitine karşı kayıtsız kalamazdı. Sesi ve gitarıyla dinleyenleri büyüleyen Feliciano, şarkıya kattığı üflemeli detaylarla harikalar yarattı.
“Wild World” (1971)Cat Stevens’ın 1970 tarihli “Wild World” single’ı, sanatçının bugüne kadar en çok yorumlanmış parçalarından biri olabilir. Aynı dönem Jimmy Cliff, Claude François tarafından da yorumlanan şarkı 1971 yılında da José Feliciano farkıyla gündeme geldi. *Jo
sé F
elicia
no an
d hi
s ban
d, 2
9 K
asım
201
6'da
Zor
lu P
SM A
na T
iyat
ro'd
a.
ZORLU PSM MAG. 63 Ey l ü l - E k im
“Nature Boy” (1971)Nat King Cole’un 1948 çıkışlı hiti “Nature Boy”, Capitol Records etiketiyle yayınlanmıştı. Şarkının müzik dünyasındaki başarısı o kadar etkiliydi ki rakip şirketler parçayı kendi sanatçılarına yorumlatıp, yayınlıyorlardı. Efsanevi şarkı 1971’de José Feliciano’nun özel yorumuyla buluştu.
“Lay Lady Lay” (1972) Dokuzuncu stüdyo albümü Nashville Skyline’ı 1969’da yayınlayan Bob Dylan, folk türünde fark yaratan üretimleriyle dünya çapında bir yıldız hâline gelmişti bile. Albümde yer alan “Lay Lady Lay” şarkısını Dylan’ın ardından yeniden yorumlamak isteyen birçok müzisyen oldu. The Byrds, Duran Duran, The Everly Brothers gibi isimler başta olmak üzere ondan fazla müzisyenin yorumladığı şarkıya Flamenko esintileri getiren isim José Feliciano oldu ve bu yoruma Memphis Menu albümünde yer verdi.
“Blame It On The Sun” (1974) Yetmişlerin soul, blues ve funk dünyasındaki
kilit isimlerden Stevie Wonder, muazzam parçası “Blame It On The Sun”ı 1972’de
yayınladı. İki yıl sonra José Feliciano’nun etkileyici vokalleriyle oldukça yoğun bir
hissiyata bürünen şarkı, müzik tarihine kendi izini bıraktı.
“I Wanne Be Where You Are” (1981) Michael Jackson, solo kariyerinin henüz
başlarındayken Diana Ross’un kardeşi Arthur Ross ve Leon Ware’in onun için birlikte
yazdığı şarkıyı 1981’de seslendirdi ve Amerika Rhythm & Blues listelerinde üç numaraya
yerleşti. Jackson’ın bugüne kadar en çok yorumlanmış şarkılarından biri olan bu kayıt,
Feliciano repertuvarında da kendine yer edindi.
“Ain’ That Peculiar” (1981) Seksenli yıllar, müzik tarihinde synth detaylarının ön plana çıktığı zamanlar oldu. Gitarları ve dingin vokalleriyle özdeşleşen José Feliciano, Marvin Gaye’in bu şarkısına getirdiği yorumda synth öğeleri kullanmasıyla dikkat çekti
“Roxanne” (2001) 2001 yapımı Moulin Rouge filmi için hazırlanmış nefis müzikler arasında yer alan “El Tango De Roxanne”, 1978 çıkışlı The Police hitinden esinlenerek kaydedildi. Ünlü aktör Ewan McGregor ve Jacek Koman’ın Feliciano’ya eşlik ettiği şarkı, filmin müzikleri arasındaki favorilerden.
“It’s Now or Never” (2012)“Bana nasıl rock yapacağımı öğreten Elvis oldu. Bu nedenle 2012’de onun anısına bir albüm kaydettim. Hiç olmamasındansa, geç olması iyidir” sözleriyle Elvis Presley’e duyduğu hayranlığı dile getiren Feliciano, özellikle “It’s Now or Never” yorumuyla gönüllere taht kurdu.
“Bana nasıl rock yapacağımı öğreten Elvis oldu. Bu nedenle 2012’de onun
anısına bir albüm kaydettim. Hiç olmamasındansa, geç
olması iyidir.”
ZORLU PSM MAG. 65 Ey l ü l - E k im
*Mar
k E
liyah
u, 5
Kas
ım 2
016'
da Z
orlu
PSM
Ana
Tiy
atro
’da.
bilm
edik
lerin
iz
MAR
K EL
IYAH
U
07
05
03
01
Mark Eliyahu, babası ve İsrailli müzisyen Sevda ile birlikte yer aldığı
bir performansta vokal yapmasıyla dikkat çekmişti.
Sanatçı, 2012 yılında Sevda ile birlikte yer aldığı bir performansta “Ele Deme” şarkısında istisnai bir şekilde vokal yaparak hayranlarını
şaşırttı.
Mark Eliyahu, Hollanda ve Portekiz’de çeşitli dans gruplarının
şovları için de müzikler hazırladı. 2000 yılında Hollanda’da Galili
Dance ve Portekiz’de Gulbenkian Dance toplulukları için müzikler
yaptı ve bu ekiplerle turneye çıkarak şovlarına eşlik etti.
Bugüne kadar birçok dans gösterisi, tiyatro ve film için müzik çalışması yapan Mark Eliyahu, The Ballad of the Weeping Song filminde
aynı zamanda başrolde yer aldı. 2012 yapımı filmde Lyudmila Markeliya ve Marketa Seliyah
Franklin ile birlikte rol alan Eliyahu, böylece ilk ve şimdilik tek oyunculuk deneyimini de yaşamış
oldu.
Henüz dört yaşındayken keman çalmayı öğrenen Mark Eliyahu, on
altı yaşına geldiğinde eline bağlama almaya karar verdi.
Müzikolog ve aynı zamanda tar çalan babasıyla birlikte birçok farklı ses
içinde büyüyen Mark Eliyahu, on altı yaşındayken bağlama ve Türk müziği
eğitimi almak üzere okulu bıraktı. Fas-Azeri müziğiyle de ilgilenmek
istediğini fark eden sanatçı, Bakü’de kemane ustası Adalat Vazirov’dan
ders alarak kendini geliştirmeye başladı.
06
04
02
Avrupa Birliği ve United Colors of Benetton’un birlikte yürüttüğü Musica Fabrica projesinde İsrail’i temsil etmek üzere Mark Eliyahu seçildi. 2002-2003 yılları arasında Türkiye, Fas ve Orta Doğu’dan müzisyenleri bir araya getiren proje için bir şarkı hazırlayan Eliyahu, bu proje için hazırlamış olduğu parçayı aynı yıl Nobel Ödül Töreni’nde filarmoni orkestrası eşliğinde çaldı.
2012 yılında The Ballad of the Weeping Song filmi için müzik yapan Mark Eliyahu, İsrail’in Oscar’ı olarak kabul edilen Ophir Ödülü’nü kazandı. Benny Toraty’nin 2012 yapımı filmi The Ballad of the Weeping Song için yaptığı müziklerle ismini Avrupa ve Orta Doğu’da geniş kitlelere duyuran Eliyahu, kazandığı ödülle bu alandaki başarısını perçinledi.
Büyüleyici kemane performanslarıyla dünyanın en yetenekli isimleri arasında gösterilen Mark Eliyahu, genellikle hiçbir performansında vokal yapmıyor. Babası ve çeşitli müzisyenlerle birlikte neredeyse her zaman enstrümantal performanslar sergileyen Eliyahu’nun konserleri, izleyenler için adeta eşsiz bir deneyim.
ZORLU PSM MAG. 67 Ey l ü l - E k im
Söz konusu senin müziğin olduğunda, analog ve dijital
elementler arasında her zaman eşsiz bir denge varmış gibi
geliyor. Bu senin şarkı yazım aşamalarında dikkat ettiğin bir şey mi yoksa kendiliğinden mi
gelişiyor? Etrafımda ne varsa kullanıyorum.
Bu bir synthesizer, bir gitar, laptop ya da o sırada ihtiyacım olan şeyi
karşılayacak herhangi bir şey olabilir. Ayrıca her zaman analog
stüdyo ekipmanları kullanıyorum. Çok fazla değil, sadece birkaç iyi cihaz. Tabii bir yandan da
bunların bazılarının dijital replikaları da en az orijinalleri
kadar iyi sonuçlar veriyor.
King Midas Sound’la yayınladığınız albüm için senin
diğer albümlerindekine nazaran farklı bir prodüksiyon metodu tercih ettiniz. Bu tür albümler
için çalışma metotlarını neye göre belirliyorsun?
Diğer insanlardan bir şeyler öğrenmeyi çok seviyorum. Ayrıca
King Midas Sound’la çalışmak başlı başına çok keyifliydi. Ortak
albümler biraz rastlantısal bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu tür
çalışmalarda mutlaka biraz sempati ve yeteri kadar boş
zamana ihtiyaç var.
İstanbul’da Lubomyr Melnyk’le birlikte sahne alacaksınız.
İkinizin müzikal yaklaşımları arasında nasıl bir bağ
görüyorsun? Dürüst olmak gerekirse, onu hakkında yeterince fazla şey
söyleyecek kadar iyi tanımıyorum. Bu sene bazı etkinliklerde
birlikte çalma şansı yakaladık. Bir konserini dinlemiştim ve
sevmiştim.
Yaşadığın şehir olan Viyana’nın müziğinde bir rolü olduğunu düşünüyor musun? Viyana güzel bir şehir ama nihayetinde yaptığım müzikle dünyanın herhangi başka bir noktasında yaşayabilirim. Viyana’dayken asla dışarı çıkmıyorum. Yalnızca yurt dışına gitmek için evden çıkıyorum.
Bir konser için sahneye çıkmadan önce herhangi bir ritüelin ya da yapmayı sevdiğin belirli şeyler var mı? Çok fazla yok. Birazcık sessizlik ve eşimden duyacağım birkaç kelime. Bu kadar.
Soyut ses ve yapılarla ilgilenen bir müzisyen olarak, konserlerinde dinleyicinin ve onlarla kurduğun iletişimin ne gibi bir rolü var?Bu etkinliğe ve salona göre değişir. Bazen konserlerim bir rock konserine dönüşebiliyor; bazen de zıttı oluyor. Kulağa biraz garip gelebilir ama, en nihayetinde yapmak istediğim şey insanları eğlendirmek. Onların hayallere dalmasını sağlamak istiyorum.
Avusturyalı müzisyen Fennesz, 1995 yılında Mego
etiketiyle yayınladığı ilk EP’sinden bu yana farklı ses ve yapıların peşinden
gitmekten hiç vazgeçmedi. Ambient, glitch ve elektro-
akustik estetiklerini benimseyerek, dinleyicilerine büyüleyici işitsel deneyimler
yaşatan Fennesz, geride kalan iki yılda King Midas Sound,
OZmotic ve kariyerinin birçok noktasında yolunun
kesiştiği Jim O’Rourke’la birlikte kaydettiği albümlerle
karşımıza çıktı. 2017 yılında yeni bir solo albüm
yayınlamayı planlayan Avusturyalı müzisyenle,
İstanbul konseri öncesinde merak ettiklerimizi konuştuk.
dinleyiciyi hayallere daldırmak
FENNESZ
4 Kasım akşamı Lubomyr Melnyk’le Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde bir kez daha İstanbullu dinleyicileriyle buluşacak olan Avusturyalı müzisyen Fennesz, konser deneyimi, şarkı yazım süreçleri ve Viyana hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
Röp Cem Kayıran
*Lub
omyr
Meln
yk ve
Fen
nesz
, 4 K
asım
201
6’da Z
orlu
PSM
Dra
ma S
ahne
si’nd
e.
ZORLU PSM MAG. 69 Ey l ü l - E k im
Çiçek
Top
çu
Zorlu PSM’de bir gün nasıl geçiyor? Kısaca anlatabilir misiniz?
Sabah şirkete gelince ilk olarak mutfakla ilgileniyorum. Bulaşık makinesini
boşaltıyorum, her şeyi yerine koyuyorum; ortalığı toparlıyorum, düzene sokuyorum.
Sonra yöneticilerin odalarındaki hazırlıklarımı tamamlıyorum. Sabah yemek-
içmek istedikleri şeyleri götürüyorum, akşamdan kalan bardaklar varsa topluyorum. Ardından mutfağın eksiklerini çıkartıyor ve
onları sağlıyorum. Tüm bu söylediklerimi gün içinde tekrar tekrar yaptığımı
söyleyebilirim. Burası tüm Zorlu PSM çalışanların ortak mutfağı olduğu için bardak,
şeker, kahve gibi malzemeler azalıyor gün içinde. Bunların yanı sıra elbete çayı, kahveyi
hazırlıyorum. Bütün günüm mutfakta geçiyor kısacası.
Sizin en yoğun olduğunuz zamanlar
hangileri?Genellikle şirkette toplantı yapıldığı zaman
çok yoğun oluyorum. Yöneticiler dışında herkes kendi içeceğini gelip mutfaktan alıyor.
Ancak bir toplantı olduğunda veya misafir geldiğinde bana telefonla sipariş veriyorlar,
ben de istenenleri hazırlayıp servis ediyorum. Yani mutfak ve ofisler arası gidip geldiğim
için oldukça yoğun oluyorum.
Mutfakta olmanın en sevdiğiniz yanları neler? Sizi neler motive ediyor?Mutfakta olmayı seviyorum çünkü insanlara hizmet etmeyi seviyorum. Burada birlikte çalıştığım diğer insanların mutlu olması beni de mutlu ediyor. Ve bunu mutfakta onlar için bir şeyler yaparak sağlayabiliyor olmak beni motive ediyor.
Zorlu PSM’de favori olan bir sıcak içecek, soğuk içecek ya da herhangi bir mutfak tarifi var mı?Kahve olabilir. Ofisin en popüler içecekleri hep kahve çeşitleri oluyor. Neredeyse herkes günde birkaç kere gelip mutfaktaki kahve makinemizde kendine kahve yapıyor. Sizin için güzel bir güne başlamanın en iyi yolu nedir?Erken kalktıktan sonra sabah yapılan spor, sıkı bir kahvaltı ve güler yüzlü olmak bence güzel bir güne başlamanın en iyi yolları. İstanbul›da gitmekten en çok keyif aldığınız yerler nereler?Genellikle doğayla iç içe olduğum yerlere gitmekten çok keyif alıyorum. Garipçe Köyü, Belgrad Ormanı, Adalar ve Galata Kulesi bunlardan bazıları.
sahne arkası
MUTFAKZorlu PSM’nin kahramanlarından, mutfak sorumlusu Çiçek Topçu ile ofisin en hareketli yerlerinden biri olan mutfakta
neler olup bittiğini konuştuk.
#psmblog
HOLLYWOOD YÖNETMENLERİNİN BROADWAY SERÜVENİ
#PSMBLOG’u takip ediyor musunuz? Müzik, tiyatro, sahne sanatları üzerine haberleri ve hazırlanan özel içerikleri takip edebileceğiniz
#PSMBLOG, Broadway sahnesine yolu düşen ünlü yönetmenlerden bazılarını sizler için araştırdı.
Elia Kazanİstanbul doğumlu Yunan asıllı yönetmen Elia
Kazan, 1948’de Gentleman’s Agreement’la, 1955’te ise On the Waterfront’la En İyi Yönetmen dalında
Oscar kazandı ve 1999’da Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görüldü. Kariyeri boyunca sayısız ödül kazanan sanatçının yönettiği The Death of a
Salesman’ın 1949 tarihli uyarlaması ve A Streetcar Named Desire, Broadway tarihinin en iyi oyunları
arasında sayılıyor.
Sidney Lumet12 Angry Men (1957), Dog Day Afternoon (1975),
Network (1976) ve The Verdict (1982) gibi klasik filmlerle dört kez En İyi Yönetmen dalında
Oscar’a aday olan, 2001 yılında hayatını kaybeden ABD’li Akademi Onur Ödüllü sanatçı, 1935
tarihli Dead End ve Kurt Weill’in 1937 tarihli The Eternal Road’unun kadrosunda oyuncu olarak yer
alarak Broadway tecrübesini yaşadı.
Mike Nichols2014 yılında hayatını kaybeden ünlü yönetmen, The Graduate’la 1968 yılında En İyi Yönetmen dalında Oscar kazandı. Catch-22 (1970), Carnal Knowledge (1971), Silkwood (1983), Working Girl (1988), Wolf (1994), The Birdcage (1996) ve Closer (2004) gibi birbirinden farklı tarzlardaki filmleriyle tanınan usta yönetmen, 1963’ten 2013’e kadar toplam yirmi iki Broadway oyununun yönetmenliğini üstlendi ve 7 Tony Ödülü kazandı.
Ethan CoenSon olarak Hail! Caesar’la hayranlarının karşısına çıkan Coen Kardeşler, kariyerleri boyunca toplam on üç kez Akademi Ödülü’ne aday oldu. Coen Kardeşler’den Ethan Coen, Ocak 2008’de Broadway sahnesinde şansını denedi ve yazarlığını üstlendiğini Almost an Evening ile büyük ilgi topladı.
Sidn
ey L
umet